Kürtlerin İslamlaşmaları, tükenme noktasında olan bir toplumun İslam vesilesiyle yeniden diriliş öyküsüdür. Kürtler, Milad`dan sonraki tarih sürecinde İslam`la yeniden var oldular; İslam`la, etnik bir topluluk olmaktan Batılıların “ulus” dediği bugünkü anlamda bir toplum düzeyine çıktılar

Bizim tarih öykümüz, İslam`la bütünleşmenin vesile olduğu “yeniden hayat bulma”, yeniden var olma, İslamlaştıkça toparlanma, İslamlaştıkça güçlenme, İslamlaştıkça yükselme öykülerinin en dikkate değer olanlarındandır. Bu öyküdeki tükeniş-yükseliş arasındaki fark, cahiliyeden kurtulan diğer toplumların tükeniş-yükseliş öykülerindeki farktan çok daha büyüktür.

İslam`la yeniden hayat bulan Araplar bile İslam`dan önce Bizans ve Sasani himayesinde de olsa Arabistan`ın bir bölümünde siyasi bir varlık sahibi idiler. Mekke ve Yesrib (Medine) gibi şehirlerde bir tür şehir devleti sahibi idiler. Onların İslam`dan önce mamur şehirleri, soybilimcileri ve şiirleri altın harflerle Ka`be`ye asılan şairleri vardı.

Kürtler, Milad`dan önce hangi tarih sürecini yaşamış olurlarsa olsunlar, Milad`dan sonraki tarih serüveninde, İslam`la şerefleninceye kadar, siyasi, kültürel ve edebi anlamda bir “yok oluş” süreci yaşıyorlardı. Şehirleri, Rumlara, Ermenilere, Suryanilere bırakıp dağlara sığınmış; çadırlarda, mağaralarda yaşayan “etnik bir unsur” durumunda yaşıyorlardı. “Toplumsal bir sekerat” halinde idiler; “toplumsal kalpleri” ölmek üzereydi.

İslam, Arabistan çöllerindeki Bedevi Araplar ve Orta Asya bozkırlarındaki Türkler gibi “çoban” ve “göçebe” olan Kürt toplumunu şehirlere indirdi, eğitti; onların meraklı yapısını ilme, taşkınlıklarını Allah yolunda kahramanlığa yönlendirdi. Onlara ilim ve cesaretle yoğrulan yepyeni bir kimlik kazandırdı. İslam`ın değerleriyle yoğrulan bu kimlik, içeride ve dışarıda bir çekim merkezi haline geldi. İslam`ı seçen yerel Hıristiyan unsurlar, etnik özelliklerini terk edip Kürtleşti; bölgeye İslamla gelen Arapların bir bölümü Kürtleşti; bölgeye İslam`la gelen Türklerin bir bölümü Kürtleşti. O dağlara sığınan etnik unsurdan İslam`la yoğrulan bir “toplum” oluştu.

O “toplumsal sekerat” halindeki kalp, İslam`la hayat buldu. Tükeniş sürecindeki o toplum, tarihinin uzunluğunda kısa sayılabilecek bir süre içinde büyüdü, gelişti ve bugünkü anlamda bir dünya toplumu oldu; siyasette, ilimde, edebiyatta kendinden söz ettirdi. İslam`dan önce tarih kitaplarının kenar notlarında bile kendine bir yer bulmazken, İslam`la tarihin aktörleri arasına girdi; tarih yaptı ve tarih yazdı. Alimleriyle dünyanın bilgi birikimine katkı yaptı. Selahaddin`le ve Osmanlı içindeki varlığıyla dünya tarihinde hep söz sahibi oldu, bir daha unutulmamak üzere hep konuşuldu.

Bu öykünün siyasi, ilmi, edebi hangi yanına bakılırsa onda İslam`la elde edilen “şeref” görülür; İslam`ı reddeden o şereften yoksun kalır.

NEFES KESEN  BİR YÜKSELİŞ SÜRECİ

İslam düşmanı araştırmacıların bile itirafıyla, coğrafyamızın İslam orduları tarafından fethinden 250-300 yıl önce Kürtlerin “mirlik” düzeyinde bile siyasi bir varlıkları yoktur. Bu siyasi varlık, Milad`dan sonraki tarih sürecinde İslam sayesinde ortaya çıktı; İslam`ın daha ilk yüzyıllarında ümmet bütünlüğü içinde kendisinden söz ettirmeye başladı.

Tarih kitapları İslam`ın daha üçüncü asrında Ahvaz bölgesinde Ubeydullah El Kurdi diye, mustakil bir emirlik yolunda olan bir emirden akidesinin sağlamlığıyla övgüyle söz eder.”

İslam, Kürtlere yeni bir Kitap ve kitaplar getirdi. Kürtler Kur`an-ı Kerim`le ümmilikten kurtuldu. Kur`an-ı Kerim`i öğrenme çabası, onları ilimle buluşturdu. İlimle buluşma isteği, onların evlerinde belki tarihlerinde ilk kez kitaplıkların kurulmasını sağladı. Onların çobanlık yapan çocukları kitapla tanıştı ve dünyanın takdir ettiği alimler oldu. Bilim ışığı, ilim ışığı onların içine ilk kez İslam`la girdi ve onları insanlığın yolunu aydınlatan bir ışığa dönüştürdü.

Ubeydullah El Kurdi`nin siyasi alanda kendisinden söz ettirdiği süreçte, bugün ilim tarihini işleyenlerin adını şu veya bu şekilde anmak durumunda kaldıkları Ebu Hanife Ahmed Dinamarî gibi alimler yetişti.

Bu yükseliş bir sonraki yüzyılda Kafkasya çevresinde, bütün İslam dünyasının takdir ettiği bir sürece girdi. Kuzeyde güçlenen Gürcü Hıristiyanların Bağdat`taki sorunları fırsat bilerek saldırıya geçtikleri o süreçte, kalbini ilme, yüzünü Gürcülerle cihada çeviren beyler, Kafkasya`da bir Endülüs inşa etti.

Bugün tarihi Ani şehri harabeleriyle ulaştığı yüksek medeniyeti duyuran Kafkasya süreci bile tek başına İslam`la şeref bulmaya kanıt için yeterlidir. Tarihçi İbn-i Kesir, Kafkasya çevresinde hayat bulan Hosanveyhi`lerin, elli yıl hüküm süren meşhur emiri Bedir`den övgüyle söz eder. Onun Mekke ve Medine halklarına kadar ulaşan iyiliklerini tarih sayfalarına kaydeder.

Hasanveyhiler`in son döneminden Miladi 12. yüzyılın ortalarına kadar bir şekilde varlığını sürdüren Şeddadiler, gerek ilme ve medeniyete verdikleri önem, gerek Gürcü Hıristiyanlarına karşı savaşlarıyla Müslümanların toparlanmasında ve Zengiler, Eyyûbiler, Memluklar, Osmanlılar önderliğinde dünya tarihinin değişmesine büyük katkıda bulundular.

Onların hizmetinde olan ya da onlardan etkilenen pek çok İslam mücahidi; Zengi ve Eyyûbilerde vazife alacak; o süreçte işgalci Haçlıları inlerinden çıkmaya pişman edecek; Memluklar sürecinde (başta Çerkez beyleri olmak üzere) Moğol yıkımının durmasında en büyük paya sahip olacak ve o ruh Eyyûbiler, Memluklar dönemlerindeki medreselerde yetişen Şeyh Edebalî, Molla Gürani, Akşemseddin gibi ilim önderleriyle Osmanlı`ya dönüşecek, Viyana kapılarına dayanacak.

Şeddadilerle aynı süreçte Bitlis`ten Musul`a uzanan Meyyafarkin (Silvan) ve Diyarbakır merkezli Mervaniler devleti kurulacak.

 İslam`dan önce bir “bir dağ toplumu” olan bu toplum, Meyyafarkin gibi bugün, o günleri dünya şehircilik tarihinde işlenen şehirler inşa edecek, İslam`dan önce Bizans işgali ve Sasani saldırılarıyla Nusaybin, Resulayn (Ceylanpınar) gibi bilge şehirlerinden bile daha küçük duruma düşen Diyarbakır, o süreçte İslam sayesinde İslam dünyasının, dolayısıyla dünyanın en büyük ilim merkezlerinden birine dönüşecek. Şehirde dört mezhep medreseleri kurulacak, on binlerce eserin bulunduğu kütüphaneler açılacak.

Dünyanın Haçlı işgaline girmesini engelleyen Zengi ve Eyyûbi fikriyatını besleyen alimlerin hocaları o medreselerde yetişti; Musul`a, Şam`a, Haleb`e indi, Bağdat`ta, Mekke`de, Medine`de yetişen dehalarla buluştu. Dünya ilim tarihi, bugün ilimde, felsefede, tarihte onların yeni dünyanın ilmin kurucuları arasında anıyor. Mervanilerden sonraki yükseliş öyküsünün kahramanları Eyyûbilerdir. Onların destanı, bu makaleye sığmaz. Onların zaferleri ve hizmetleriyle “El Kurdi” lâkabı alimlerimiz için bir madalyaya dönüştü. İlimde güven adresi oldu. Sadece nahiv kitabı “Kâfiye” üzerine yapılan şerhler ve o kitap etrafında ifade edilen görüşler, bunun doğruluğuna delil olarak yeterdir.

Eyyûbi sonrasında da siyasi varlık, uzun bir süre korunacak. Avrupa krallarının vali düzeyinde görüldüğü Osmanlı`da Palu Beyi gibi beyler padişah otağında şerefle bulunacak.

Bu süreçte daha Şeddadi, Mervani günlerinden başlayan bir eğilimle ilim-irfan padişahlığı siyasi varlığı gölgede bırakacak.

İLİM-İRFAN PADİŞAHLARI

Hangisini analım ki? Melaye Bate, Feqiye Teyra, Melaye Ciziri, Ahmed-i Hani, gibi dilimiz için dünya dilleri arasında köşkler inşa eden İslam büyükleri... Onlardan da öte Kafkasya`dan Güney Afrika`ya, Mısır`dan Malezya`ya, Endonezya`ya, Kerküklerden Balkanlara ve dünyanın dört bir yanına ilmi, irfanı götüren padişahlar... Onların üzerine “Ulemauna Fi Hizmetid Din ve Dünya (Din ve Dünya Hizmetinde Alimlerimiz)” diye kitaplar yazılmış; sadece adları ve kısaca hayatları bile koca bir cilde sığmamış.

İz Bin Abdüsselam`dan, Hindistan`daki İhya hareketinde önemli bir paya sahip olan Şah Veliyyuhllah Dehlevi`yi hadis ilimlerinde yetiştiren Ebu Tahir Muhammed bin İbrahim Kürdi`ye... Dehlev şahlarından, Şeyh Halid`e... Kör Batılılaşma döneminde siyasi varlığın tamamen son bulduğu bir süreçte onun medrese ve dergâhları Kuzey Kürtleri ile Güney Kürtleri arasında kaynaşma ve bütünleşmeyi sağlayan en önemli unsurdur. Sadece onun bugünkü anlamda bir toplum olmamıza katkısı İslam`ın bu toplumun oluşmasına katkısı için yeterlidir. Ve Üstad Bediüzzaman, Şeyh Esat Erdebili ve daha nice ilim irfan padişahı...

İslam`ın bize katkısını bir kenara koyarsak geriye ne kalır ki... Kocaman bir hiç... Biz bir “Hiç” noktasındaydık, İslamla yeniden var olduk.

Başka toplumlar için hangi anlam yüklenir, bu ayrı bir yazı konusu... Ama bizim için İslam fethi, bir hürriyet bayramıdır, medeniyet bayramıdır, toplumlaşma bayramıdır. Kürtçülük adına, Kürtlük adına İslam`ı reddetmeye kalkışmak, Kürteri İslam`dan ayırmak Kürtlüğü yok etmenin başlangıcıdır. Bu girişimin sahipleri ya ahmaktır ya da Kürt düşmanıdır.

“1918`den önce bir Türk tarihi yoktur” diyen 28 Şubat`ın Milli Eğitim Bakanı M. Bostancıoğlu, ne kadar gülünç duruma düşmüşse, Kürtlerin İslam`la kazandığı şerefi inkâr eden bir Kürt, on kat daha gülünç duruma düşer.

Kürtlerin İslam tarihi içindeki yerini silmeye kalkışmak, bir cihan toplumunu, evrensel değerlere katkıda bulunan bir toplumu Yezidi mağaralarına geri götürme girişimidir. Tarih geriye işlemez, ancak kötü girişimlerin sahipleri tarihe “hain” diye geçer.,

Notlar:

Bu yazıda verilen bilgiler, sahih kaynaklarda geçen bilgilerdir; yazı, o bilgilerin bütünleştirilip yorumlanmasından oluşmuştur.

İlim ve irfan Padişahları tek başına bir yazıya konu olacak genişliktedir; buradaki anış bir değinme niteliğindedir.

Srilankalı İslam mütefekkiri bir profesörü okudum; görüşleri bizim yöremizin alimlerinin görüşlerine ne kadar da benziyor, dedim. Tarihçe-i hayatını okudum. El Ezher`de okumuş. Ama orada Şeyh Halid`in büyük halifelerinden Şeyh Muhammed Emin El Kurdî`nin oğluna intisap etmiş, eğitmini ondan almış.

Alimlerimizin Kadiri ve Nakşi tarikatlarına katkılarını biliyordum. Şehid İmam Hasan El-Benna`nın da yetişmesine katkıda bulunan Arap İslam aleminin etkin tarikatı Şazili tarikatının ise fikriyatını okumuştum, silsilesini bilmiyordum. Kutlu Doğum etkinliklerine katılıp gazetemizin söyleşi yaptığı Ürdünlü Şazili tarikatı alimi Eymen Muhammed`den öğrendim ki Arap Müslüman ağırlıklı bu “alim tarikatı”nın önderlerinden biri de Muhammed Said El Kurdî hazretleridir.

Son not:

Kör bir bakış açısı “toplumların İslam`a katkısına” kilitlenir. Bu yazının konusu o bakış açısı değildir. İslam`ın toplumumuza katkısıdır.