Müslümanlar, Hz. Peygamber`in ahirete irtihalinin üzerinden henüz çeyrek asır geçmeden siyasî oyunlarla yüz yüze kaldılar.
Hz. Peygamberin pâk halifesi Hz. Osman Efendimizin hilafetinin ilk altı yılından sonra, Medine`de siyaset politika hâline getirilmeye çalışıldı.
Yönetmeye iştiyaklı kişilerin yol açtıkları sorunları ne Hz. Osman ne Hz. Ali Efendilerimiz engelleyebildi.
Hz. Ali Efendimizin devrindeki Hakem Vakası`ndaki “yüzük” hadisesi ise Ümmetin zihninde başlı başına bir iz bıraktı.
Bu hafızaya rağmen Ümmet zor günlerinde buluşmayı, temiz siyasete yönelmeyi, nitelikli üstü şahsiyetleri siyasete yöneltmeyi, onların liderliği altında sorunlarını çözmeyi başardı. Ne yazık ki sorunlarını çözdükten sonra ise rehavete kapıldı.
Neredeye iki yüzyıldır bunun bir neticesi olarak tarihsel bir zorluk yaşıyoruz.
İçinde bulunduğumuz hâli aşma konusunda iyi yol aldık.
Bitti denen Ümmet, kısmen de olsa ihya oldu, ayağa kalktı ve kendisini yönetme kabiliyetine ulaştı.
Ne var ki bunun ayağa kalkma, kendisine düşen rolü yerine getirme becerisine dönüşmemesi için yeni tuzaklarla karşı karşıyayız.
Bu çok tuzaklı sürecin en büyük zorluğu, Müslümanların tarihte ilk kez neredeyse bütün idarecileriyle iradelerini kaybetmeleridir. İrade sahibi idarecilerden yoksun olmalarıdır.
Önceki süreçlerde bir kısım Müslüman lider iradesini kaybetmişken diğer kısım idareciler iradelerine sahip çıkıyorlardı. Nihayetinde o iradelerine sahip çıkanlar, öne geçiyor ve Ümmetin sorunlarını çözüyorlardı.
Bu bağlamda Haçlıların Kudüs`e rahatça geçmesi için onların atlarına yem veren Şam Sahili (Doğu Akdeniz) emirleri hatırlanabilir. Müslümanların hâkimiyetleri söz konusu iken onlar iç düşmanları nefislerine esir olmuşlardı. Şam Sahili Haçlı istilası altına girdiğinde ise onlar dış düşmana, Haçlılara esir oldular. Tarihe, nefis düşkünlüğünün kendilerini Haçlı esareti rezaletine götürdüğü, düşük kişiler olarak geçtiler. Hatta, hep kahramanlara odaklı tarihimiz onların kötülüklerini bile anmayı gereksiz gördü.
Onlara karşı, Nûreddin`ler, Selâhaddînler, Baybarslar tarihe geçti.
Bir de 16. yüzyılın hemen başında Kuzey Afrika emirleri… İspanya Krallığı Müslümanları Endülüs`te keserek, yakarak, denizde boğarak tüketmişti. Ama Kuzey Afrika`nın kendi arasında anlaşamayan, iç düşman nefislerine yenilmiş beyleri İspanya Krallığının himayesine girmek için âdeta yarışıyorlardı.
Barbaros Hayreddin Paşa oralara yöneldiğinde başta Tunus beyi olmak üzere pek çok bey, Barbaros`un himayesine girip Batı`nın korsan ve devletlerine karşı cihad etmektense İspanya Kralının vasalı olmayı kabul ettiler.
Nefislerine düşkün bu emirler, Müslüman olsalar da katliamcı Hıristiyanlara bağlanmayı tercih etmişlerdi. Ülkelerini güçlenen İspanyollardan koruyamıyor, Hayreddin Paşa`nın onları koruma çabasını ise birkaç şehirle sınırlı hâkimiyetleri için tehdit görüyorlardı.
Onlar arzulara düşkünlük ve korku yüzünden iradelerini kaybetmişlerdi. Ama Hayreddin Paşa, denizlerde arzusunca yaşayan bir korsan olmaktansa büyüyen Batı tehdidine karşı iradesine sarılmış, mücahid olmayı seçmişti.
İslam`ın 20.yüzyılda yaşadığı en büyük felaket çürümenin genelleşmesi ve bunun temiz siyaset umutlarını azaltmasıdır.
Oysa umut, hareketin gıdasıdır. Ancak umut varsa hareket vardır. Temiz siyaset umudu hep ama hep diri kalmalıdır.
Son seçim sürecindeki ayak oyunlarına bakalım: Dehşet verici ve bir o kadar da tiksindirici… Kirlenme, nihayetinde bir tür Güneş Motel vakasının tekrarına bile vardı.
Klasik söylemde Soldaki bir partinin 15 milletvekili, en Sağda (milliyetçi) görünen bir partiye bir gecelik kararla geçtiler.
Sol idiler, bir anda Sağ oluverdiler. Ortada ilke namına hiçbir şey kalmadı. Oysa ayrıldıkları parti de geçtikleri parti de temiz siyasetten söz ediyordu.
Kendilerince mazeret sahibiydiler. Ki aslında Güneş Motel Vakası`ndaki milletvekillerinin de mazeretleri vardı.
Neydi Güneş Motel Vakası?
5 Haziran 1977`de yapılan genel seçimden CHP tarihinde çok az görülmüş bir şekilde birinci olarak çıkmıştı. Ama bu birinciliği de işine tam yaramamıştı. Meclis'te kazandığı 213 sandalye tek başına iktidar olmasına yetmiyordu. Devrin sağ partileri ona karşı birleştiler. Adalet Partisi (AP) lideri Süleyman Demirel, AP ile Milli Selamet Partisi (MSP) lideri Necmettin Erbakan ve Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Alparslan Türkeş bir araya geldiler, II. Milliyetçi Cephe hükümetini kurdular. Ama 11 Aralık 1977'de yapılan yerel seçimleri de CHP kazanınca CHP, hükümeti devirmenin yolunu aradı. Sağ partilerde bulamadığı koalisyon ortağını milletvekilleri satın alarak buldu.
CHP, AP'den istifa edenlerle temas kurmaya başladı. Ecevit ile 12 eski AP'li; Tuncay Mataracı, Şerafettin Elçi, Mete Tan, Hilmi İşgüzar, Orhan Alp, Fethi Acar, Mehmet Oğuz Atalay, Cemalettin İnkaya, Ali Rıza Septioğlu, Enver Akova, Ahmet Karaaslan ve Güneş Öngüt arasındaki görüşmelerin ilki 22 Aralık tarihinde Darıca'ya bağlı Bayramoğlu'nda bir otelde yapıldı. Ancak gizli tutulmasına rağmen basına sızması üzerine görüşmelerin başka bir ortamda gerçekleştirilmesine karar verildi. Görüşmelerin devamı dönemin CHP'li İstanbul Belediye Başkanı Aytekin Kotil'in organizasyonunda belediyeye ait Florya'daki Güneş Moteller'de yapıldı.
Ecevit 11 bağımsız milletvekiline, kuracağı hükümete destek karşılığında bakanlık teklif etti. Konya Milletvekili Oğuz Atalay dışındaki bütün milletvekilleri teklifi kabul ettiler.
Bunun üzerine CHP, 31 Aralık 1977`de gensoru verip hükümeti düşürdü. Düşen hükümetin yerine Bülent Ecevit hükümeti kurdu. O bağımsız milletvekillerinden 10`una bakanlık verdi. Sadece bakan olmak için bu sürece giren milletvekillerinin bir kısmının bakanlığı elbette kendilerinden yana kârlı geçecekti!
Türkiye`nin 2018`de tekrar 1977 koşullarına dönmüş olması içler acısıdır. Bazı partilerin seçimlere katılmaması için hile ve dalavereye başvuruldu. Bu hile ve dalavere, Güneş Motel vakasının tekrarlanması gibi başka bir hile ve dalavere doğurdu. Bu hile ve dalaverelerle seçim kazanmışların yönetimini düşünün, herhalde pek dürüst kalacaklardır!
Siyasetin bu şekilde bütün olarak kirlendiği bir ortamda temiz siyaset umudu elbette ki azalıyor.
İşte böyle bir ortamda en çok ihtiyaç duyulan iradedir. İradeyi besleyecek olan ise umuttur. Buna benzer ne karanlık günler aşıldı. Ama ondan büyük hakikat şudur ki ilah olan sadece Allah`tır. Kullar asla O`nun iradesini aşamazlar.
Ve O Rahman`dır. Umudunu kaybetmeden planlı, sabırlı ve kararlıca çalışana verir.
Bu kirli ortamda en büyük felaket umudun yitirilmesidir. En büyük ihtiyaç ise iradedir. Temiz bir siyasetin inşası için umudunu yitirmeden çalışmayı sağlayacak bir irade.
20. yüzyılın pek çok İslam düşünürü davayı boşuna, “İrade Davası” olarak görmemiştir. Bu yüzyılda İslam davası, gerçek bir “İrade Davası”dır.