ABD Başkanı Trump henüz iktidara gelmeden medyaya bir “deli” olarak servis edildi. Trump deli mi değil mi? Buna karar verecek olan elbette hekimlerdir. Ama Trump`ın dile getirdiği görüşlerin ABD`deki güçlü ve “kapkara” bir “Beyaz Cephe”nin karşılığı olduğu kesin.

Trump`ın seçilme sürecinde o kesinlik sadece konuyla ilgili olanlarca bilinirken bugün artık herkes tarafından bilinecek duruma gelmiştir.

Trump`ın söyledikleri ve yaptıkları sadece İslam dünyası için değil, ABD yurttaşları, Avrupa ve dünyanın gerisi için de kabullenilebilir değildir.

Anlaşıldığı üzere “Trump`ın deliliği” algısı ABD`nin yeni politikalarına karşı içeride ve dışarıda oluşacak tepkileri dindirmek için kullanıldı. Bugün de kısmen kullanılmaya devam ediliyor.

Trump`ın arkasındaki cephenin görüşleri “Medeniyetler Çatışması” tezinin sahipleri ile örtüşüyor. Bu cephe ABD`nin dünyanın tek efendisi, Rusya`nın da bunun yedeğine alındığı bir dünya tasarlıyor.  

Buna ilk ikna olması beklenen Rusya idi. Ama Rusya bile yedekte durmaya ikna olmamış görünüyor. Kaldı ki karşı cephede duran “Tarihin Sonu” tezinin sahipleri de Rusya`nın yedeği alınmasına karşıydılar. O cephe epey zorlayınca Trump, Rusya konusunda geri atmış görünüyor.

Bununla birlikte Trump`ın İsrail`e değil, ABD çıkarlarına odaklı dış politika söylemi de başta Washington Post ve CNN olmak üzere Yahudi medyasının kendisini Rusya konusunda epey zorlamasıyla revizeye uğramış görünüyor. Kudüs`ü İsrail için başkent ilan eden Trump`ın Suudi Arabistan-Mısır-Birleşik Arap Emirlikleri grubu odaklı bir “Ortadoğu politikası” görünümü bilinenin aksine şaşırtıyor. Zira Trump kadar aşırı olan Netanyahu`nun istediği bu bile değildir.  Netanyahu`nun isteyeceği açık bir şekilde kendisinin yöneteceği bir bloktur. O, Bin Zayed`lere bile katlanamayacak kadar hırslıdır. Buna rağmen Trump`ın İsrail politikasının henüz tam olarak göründüğü söylenemez.

Trump, seçildiği günlerde geri adım atmış göründüğü Kudüs`ü İsrail`e rüşvet ve sus payı olarak mı verdi? Yoksa İsrail`i daha büyük bir güç hâline mi getirmek istiyor? Soruları tam cevaplanmış değildir.

Bunun ötesinde Trump, seçim öncesinde ne söylemişse onu yapmaya çalışıyor; ona karşı duran herkesi tasfiye ediyor. Seçim sürecinde başarılı olmak için varlığına katlandığı ama kendisiyle bu politikada uyumlu çalışmayacak bürokratları kovuyor. Onların yerine, söylemiyle birebir uyumlu çalışacak kişileri alıyor.

Özetle biz, bir delinin güne göre değişen tutumları ile değil; bir ekibin planlamasının istikrarlı bir uygulaması ile karşı karşıyayız.

Meseleye böyle yaklaşmazsak manzarayı yanlış görürüz.

Trump`ın ekibindeki değişiklik bunu açıkça gösteriyor:

Trump`ın yeni Dışişleri Bakanı CIA eski başkanı Mike Pompeo, 2013`te  “İslamcı teröristleri sert bir şekilde eleştirmeyen Müslüman din adamları terör saldırılarında suç ortağıdır.” diye bir açıklama yapmıştı.

Pompeo, işkenceyi "hayati bilgilerin elde edilmesi için" bahanesiyle savunuyor. Guantanamo işkence merkezi ziyaretinden sonra işkence altındaki mahkûmlar için "Bana pek çoğu kilo almış gibi geldi" diyecek kadar insanlığa uzak duruyor.

Beyazların Çay Partisi mensubu Pompeo, Türkiye konusunda ise Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan için “İslamcı diktatör” diyebiliyor.

Bu görüşler, İslam dünyası konusunda seküler diktacılardan yana olan, buna karşılık “Müslümanların en ılımlısı en radikali kadar tehlikelidir” diyen Medeniyetler Çatışması tezi sahiplerinin görüşleri ile birebir örtüşüyor. 

 Pompeo`nun yerine geçen yeni CIA başkanı Gina Haspel tanınmış bir işkencecidir. İşkenceciliği "George H. W. Bush Ödülü" ile ödüllendirilmiş bir kadındır bu.

Trump`ın yeni ekibindeki fikirleri en açık isim ise yeni güvenlik danışmanı, John Bolton`dur. John Bolton, Trump`ın sırtını dayadığı cephenin azınlıkları elde tutup çoğunluk iktidarlarına dayanma politikasının tipik bir ismidir.

Trump ekibi 25 Eylül Referandumu`nda Barzani`yi desteklemediği hâlde, referandum sonrasında “Ben aslında ABD`nin referandumu desteklemesinden yanaydım” diyenlerdendir. Bu umut politikası, esasta sadece bölgedeki çatışmaları ABD`nin bölgeye müdahalesini kolaylaştıracak kadar süreklileştirmeyi amaçlıyor.

ABD`deki kapkara yeni “Beyaz” sürecin ilk başkanı Reagan`ın politikalarının savunucusu olarak “Reagan realisti” diye tanıtılan Bolton, iflah olmaz bir İslam düşmanıdır. Bolton, Irak savaşı hata değildi, diyor. Bolton, Rusya konusunda da Trmup`ın zorunlu revizesine uygun görüşler öne sürüyor. Rusya`nın yedeğe alınmasından değil, ona karşı önlem alınmasından söz ediyor.

Zira Bolton, aynen Trump ve arka cephesi gibi Birleşmiş Milletler`le alay ediyor. Avrupa üretimi olan bu kuruluşu artık yok sayıyor.

İran`ın bombalanmasından ve Kuzey Kore`ye operasyondan söz eden Bolton, aşırılığında sınır tanımıyor. Türkiye konusunda J 15 Mart 2018'de Fox Televizyonu`nda "Bence asıl endişe kaynağı Erdoğan. Endişem şu ki Türkleri bozarak, laik anayasayı iptal ederek Türkiye'de İslamcı devletin temellerini atıyor. Kendisi İstanbul Belediye Başkanı iken 'Demokrasi bir tramvaydır, gittiğimiz yere kadar gider, orada ineriz' demişti. Korkarım ki artık tramvaydan iniyor" diyecek kadar açık konuşuyor.
 

Açıkçası biz Beyaz Amerika`nın kara yüzüyle karşı karşıyayız. Trump, bu yüzün görünen tarafıdır. Cephenin diğer adamları da artık etrafındadır. Reagan ile başlayıp Baba ve oğul Bush ile devam eden Trump ile ise artık kozlarını oynamak isteyen bu haddini aşmış Çay Partisi grubu artık ABD politikalarının tepesindedir.

Gerçek ABD budur. Derin ABD de budur.

Bu ekip amaçlarına ulaşabilir mi? Bu soruya gelecek salı günündeki analizimizde cevap vermeye çalışalım inşaallah.