Kuşku yok ki Medine Vesikası, dünya siyasi tarihinde çok önemli bir yere sahiptir. Bu metin Bedir Savaşından önce hazırlanmıştır. (Bkz: Mustafa ÖZKAN, TDV.DİA, EK 2. cilt ss.212-215) O halde, Bedir Savaşının oluşum sürecini, GAZZE’deki soykırım açısından yeni bir innovasyona tabi tutarak bir kez daha dikkatle analiz etmeli, yeniden okumalıyız.
Tanrı Krallık (Divine Rights og Kings) Düzeni’nin başlaması sürecini, insanlık tarihinde Mezopotamya’da, Hz. Nuh (as) döneminde aramalı... Tanrı Krallık Düzenlerinin, devam edegelen arkeolojik kazılarla ortaya daha da çıkacağı anlaşılıyor. Üstad Bediüzzaman’ın dediği gibi, zaman ihtiyarladıkça Kur’an gençleşiyor. Nitekim Irak’taki Kadisiye Üniversitesinden bir ekip, 1990 yılında Marad’da arkeolojik kazılar yaptı. 2019 yılında, kazılara yeniden başlandı. İnsanlık, Marad’la ilgili daha fazla arkeoljik verilere ulaştığında belki bugün için bizce müphem kalan Nemrud’un tarihi kişiliği hakkında daha somut bilgilere ulaşacaktır. Şimdilik, “Nemrud” kelimesinin etimolojisinde Marad’ın bulunabileceği, dolayısıyla Nemrut adının Marad Krallar Hanedanının soyundan gelenlere verilen bir ünvan olduğunu, Hz. İbrahim ile teolojik tartışmaya girdiği Kur’an verilerinde (2/258) kesin olan Kral’ın adının buraya dayandırılması ihtimalini göz önünde bulundurmalıyız. Binenaleyh, Marad antik kentindeki kazı sonuçlarını beklemeli. Sümercede Ni, Kral anlamına geliyor. Ni-Marad ise Marad antik şehrinin kralı, demek oluyor.
Tanrı Krallık Düzeninin somut olarak sistemleşmesini Kur’an sayfalarından anlayabiliriz. (Bkz: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/51771) Sistemleşen bu düzene karşı ilk sistematik başkaldırıyı Hz. İbrahim (as) yapmış ve bu muhalefet Mezopotamya’dan Eski Mısır’a geçmiş; Eski Mısır’da Hz. Musa (as) ile devam etmiş ve oradan Roma’ya geçmiştir. Roma’da Hz. İsa (as) ile devam eden bu muhalefet geleneği, son peygamber ile sürmüştür.
Son Peygamber Mekke’de Allah’tan gayrısına ibadet etmemeye davet etti ve ancak bu yolla “silm” düzenine yani mutlak barışa ulaşabileceğini ön gördü. Buna “İslam” dedi. Mekke Aristokrasisi (Senadid-i Kureyş) ise; O’nun bu çağrısını kendi kurulu Şirk Düzenine aykırı bularak red etmekle kalmadı; O’nu öldürmeye yeltenince Resul-u Ekrem, Medine’ye hicret ederek orada Anayasal bir statü elde etti. Medine Vesikası olarak bilinen tarihi vesika ile; birlikte yaşamanın temelini oluşturdu. Böylece tarihteki ilk İslam Devleti kuruldu.
Vesikanın birinci maddesinde, Müslümanlarla birlikte diğer din mensuplarının da “ümmet” sayıldığı görülür. (Bkz: https://www.muharrembalci.com/hukukdunyasi/belgeler/216.pdf) Bir başka ifade ile, ümmet, burada; “siyasal vatandaşlık” anlamında kullanılmıştır. Vesikanın bütünü incelendiğinde görülecektir ki, Müslümanlar ile diğer din mensupları ortak vatan etrafında birlik oluşturmuş ve bu birliktelik hukuksal bir metne dönüşmüştür. Bedir Savaşı patlak verdiğinde nazil olan ayetler, Müslümanları cihada ve Müslümanlar dışındaki diğer din mensuplarını da vatan müdafaasına çağırmıştır. Çükü vesikanın 24. maddesinde şöyle diyor:
“Yahudiler, mü'minler gibi, muharebe devam ettiği müddetçe (kendi harp) masraflarını karşılamak mecburiyetindedirler.”
Bu madde ile bir bakıma tekafül-i umumi sistemi kurularak ortak vatan müdafaasının masrafları eşit ve adil şekilde hüküm altına alınmıştır. Nitekim Ali İmran Suresinin 167. ayetindeki “Qatilu fi sebiliillahi” (Allah yolunda savaşın) çağrısının Müslümanlara yönelik bir çağrı; “ev-idfeu” lafzının da Ehli-i Kitab’a yönelik bir çağrı olduğunu söyleyen müfessirler de vardır.
Hülasa Medine Vesikası, Vahiy Geleneğinin son temsilci Hz. Muhammed (as)’ın insanlığa bıraktığı önemli bir mirastır. (Bkz: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2568488)
Medine Vesikasının insanlığa bıraktığı kutsal emaneti Bedir’den bugüne taşıyan şehidler kervanının son temsilcilerinden biri, İsmail Heniyye’dir. Allah şehadetini kabul eylesin ve bize da Heniyye’nin gittiği yolu nasip etsin.