Doç. Dr. Ahmet İnan
Kuşkusuz Hz. Muhammed(as), bir geleneğe bağlı olarak tevhid dinini güncellemiştir. Nitekim Ahkaf Suresi 9. ayette; “De ki (Ey Muhammed) ben ilk peygamber değilim” buyrularak, O’nun bir silsileye tabi olduğu, beyan edilir. Bu silsile Adem (as)’a kadar gider.
Hz. Muhammed(as), kendisinden önceki Peygamberlerin getirmiş olduğu evrensel şeriatı sürdürmüştür ki biz bu evrensel şeriata; Vahiy Geleneği diyebiliriz. Kur’an’da, evrensel ilkeler bütünü olarak ifade buyurulan şeriat kavramı ile sonradan fıkıh ekollerine göre ıstılahlaşmış şeriat kavrayışları birbirinden oldukça farklı kavrayışlardır. Şu halde Kur’an’daki Şeriat kavramına odaklanır isek; Şeriat kökünden gelen kelimelerin dört yerde geçtiğini görürüz: 1. Maide 48. ayette; “Şir’a(h)”, 2. Şura 13’ te; “Şeraa”, 3. Yine Şura 21’de; “Şere’u”, 4. Casiye 18’de; “Şeriat” şeklinde...
Bilindiği üzere Casiye Suresi, Mekkî’dir. Mekkî Sureler, genelde dar anlamda ahkam içermedikleri için bu surede geçen “Şeriat” kelimesi ile Hz. Muhammed (as)’ın vahye dayalı bir yola (şeriaten minel emr) koyulduğunu ifade etmektedir. Dolayısıyla Casiye Suresinde geçen Şeriat ile sonradan çeşitli fıkıh ekollerine göre oluşmuş Şeriat kavrayışları farklılık arz eder. Şura Suresi de Mekkî’dir. Dolaysıyla Şura Suresinde geçen şeriat kökenli kelimeler de; din ve vahiy anlamında olup fıkıhlardaki şeriat anlatıları ile ilgili değildir. İçinde şeriat kökenli kelime geçen tek Medeni Sure; Maide’dir. Bu surenin tamamının Medenî olduğu rivayetleri, ağır basar. Maide Suresinin 48. ayetinde geçen “şir’a(h)” kelimesi ise, hemen akabinde “minhac” kelimesi ile açıklanmıştır. Minhac; yol, yöntem, demektir. Şu halde peygamberin gittiği yol ve yöntem, biz Müslümanları elbette bağlar. Ama peygamber sonrası, yol ve yöntemler; şayet peygamberin yol ve yöntemine uygun ise, alır; değil ise, saygı duyarız ama almak zorunda değiliz.
Hasılı Kur’an’daki Şeriat, fıkıhlardaki daraltılmış ve çoğaltılmış Şeriatlerin hilafına, evrensel din; yani ed-Din (Bkz:Ali İmran: 19) anlamındadır. Biz Kur’an’daki Şeriat’e, geniş ve kuşatıcı anlamı ile “vahiy geleneği” diyoruz. İslam müellefatında Hz. Cibril (as)’a; en büyük ilke anlamına Namus-u Ekber denilmiştir ki Cenâb-ı Allah’tan ilahi ilkeleri getirip peygamberlere tebliğ etmiştir. O son derece namuslu; yani güvenirlik sahibi, zû mirre yani güçlü bir mantık ve donanıma sahiptir. (Bkz: Bakara:93 Necm: 5-18) Hayatımıza ilişkin temel umdeler, böylesine namuslu ve her tür yüksek donanıma sahip bir melek yani Cibril-i Emin vasıtasıyla peygamberlere iletilmiştir. Son peygamber Hz. Muhammed (as), kendisinden önceki İsa (as)’a, o da kendisinden önceki Musa (as)’a ve o dahi Hz. İbrahim (as)’a ittiba etmiştir. Hz. İbrahim ise, Nuh (as)’ın taraftarıdır. (Bkz: Saffat:83) Bu bakımdan kralların mutlak otoritesine dayalı olan Divine Rights of Kings Düzenine karşı Mezopotamya ikliminde boy veren Vahiy Geleneği Düzeninin en önemli arketipleri başta Nuh (as) ve İbrahim (as)’dır. Hz. Muhammed (as)’ın Medine Sözleşmesinde, Mezopotamya kökenli Vahiy Geleneği dominanttır.
Kuşkusuz Vahiy Geleneği’nin amaçlarından en önemlisi, insanlığı tek bir Allah’a ibadete çağırmaktır. Kur’an, bu amaca ulaşmak için Ehl-i Kitabı yani Yahudi ve Hıristiyanları, Müslümanların bir bakıma asgari müşterekleri olan tek bir ilaha ibadete ve O’na şirk koşmamaya çağırır. (Bkz: Maide: 64)
Gelecek hafta, Medine Vesikasını, Vahiy Geleneği açısından yorumlamaya devam edeceğiz, inşallah.