İslam dini toplumsal bir dindir. Yani İslam dini devlet dinidir. İlk devleti, Medine İslam devletidir ve bu devletin ilk başkanı Resul-i Ekrem (sallallahu aleyhi vesellem)’dır.
Kur’an-ı Kerim’de toplumsal yapılanma ve Müslüman’ın zihin dünyasında yeryüzünü idare etme mükellefiyeti, yer yer işlenmektedir. Bu konunun en çok işlendiği surelerin başında şüphesiz ki İsra suresi gelir. İsra suresi, Mekke’de inmeye başlayıp toplum yapısını diğer surelerden daha fazla işlemektedir. İçerik olarak insanın bireysel değer (İsra/71) yapısını, aile münasebetini, ebeveyn evlat ilişkisini (İsra/23) ilmek ilmek işleyerek beyan etmektedir. Başlıca, Peygamberimizin (sallallahu aleyhi vesellem) açık mucizelerini (İsra/1-2-3), Beni İsrail kıssalarını, Mescid-i Aksa ve toplumsal yönetimin akidevi, ameli, siyasal ve temekkün ahlakı gibi yönleri ağırlıklı zikredilmektedir.
Medine’de o gün itibariyle çok büyük bir güç olmadıkları halde Kur’an-ı Kerimi’n sürekli Yahudilerin yönetime gelme tehlikesinden bahsetmesi, manidardır.
İşte, Kur’an’ın dikkatle üzerinde durduğu Yahudi’nin toplumsal yönetimdeki hakimiyet tehlikesine dikkat çekmesini, bizim iyi tasavvur edebildiğimizi söyleyemem. Ümmetin her bireyinin bu konu üzerinde ciddi bir siyasal akletme mecburiyeti olduğunu düşünüyorum. Kur’an, ilahi bir sistemi insanın hayatına hâkim etmeyi temel esas aldığı hakikatine, ümmetin vukufiyeti sorgulanacak bir durumdadır.
Kur’an’ın dikkat çekip üzerinde durduğu bu sİyasal ve toplumsal noktayı, bugün Müslümanlar olarak sahiplenme orda dursun, İslami tahayyülümüzde hayatımızın dışına itmişiz. Toplumun bu yanlış siyasal aklın muhayyilesine sahip olmasının başında meşayih-i kiram ve onlardan bir tık sonra aziz ulemamızın geldiğini düşünüyorum. Ümmetin toplumsal önderleri olan âlimler, Kur’an’ın baktığı yerden toplumsal yapılanmasına bakmaları gerekmektedir. Her hususta olduğu gibi bu konuda da ulema ve tasavvuf liderleri, ümmeti uyarmakla sorumludurlar. Ama bugün en çok ümmetin siyasal zihin dünyasının bu hale düşmesinde meşayih-i kiram ve aziz ulemasının bunun öncülüğünü yaptıklarını görüyoruz. Bu anlamda toplumumuzun bu iki lider kadro kadar olması gereken yerini terk ettiği başka bir kesimi düşünemiyorum.
Sözü edilen ulema ve meşayih-i kiram ümmetin kendi yönetimleriyle ilgilenmeyi dinden saymayacak kadar bir kopukluk yaşamaktadırlar.
Biz ,sure-yi celileye baktığımızda İslam’ın istediği şahsiyetin inşası ve toplumun ihyasını beraber işlediğini görüyoruz. Bu konuda yanlış atılan Yahudi zihniyeti, tıynet olarak yerilmektedir. Sure-i celile, bir taraftan Müslümanlarda siyasal bir ontolojinin filizlenmesine çalışırken, diğer taraftan merhamet ve vicdandan mahrum Yahudi yönetiminin tehlikesine dikkati çekmiştir. Ümmet olarak surede işlenen konulara siyasal bir perspektiften bakamama sorunu yaşıyoruz. Mesela; Mescid-i Aksa ve onun etrafının mübarek olduğunu söyleyen ayetler üzerinden etrafındaki zeytin ve hurma mahsulünün çokluğu ve hurmaların iriliğiyle tanımlıyoruz. Eğer böyle olsaydı Yüce Allah’ın “Barekna civaruhu” demesi gerekirdi. Hâlbuki “barekna havlehu” demesiyle onun etrafının mübarekliği ona “havl” olmada göstermiştir.
Bu böyle olunca, “Civar” salt manada “etraf” olarak bir mana ifade ederken, “Havl” kelimesinde ise etrafında korunaklık gibi bir manayı da içinde barındırmaktadır. Yani bereket, Mescid-i Aksa’nın etrafında onu korumaya almadadır.
Kısaca İsra suresinde Müslüman’ın zihin dünyasına ekmeye çalıştığı ümmetin kendi yönetimine sahiplenmesi ve Yahudi’nin toplumsal yönetime gelme tehlikesine dikkat çektiğini görebilmemiz lazım.