Dünyaya bakan yönüyle insanın en büyük sorumluluğu idarecilik yönüdür. Bu yükümlülük, öneminden dolayı Hz. Adem’in yaratılışından önce Kur’an’da zikre bahis olmuştur. Bundan hareketle her insan, dünyayı idare edebilme meziyet ve kabiliyeti haiz yaratılmış. Her insanın fıtratında böyle bir muhayyile vardır. İnsana bunu sahiplenme yönüyle bir sorumluluk yüklemiştir.
Tüm peygamberlerin bu bağlamda bir siyasal sorumluluğu olmuştur. Hz. Yunus (aleyhisselam) bir anlık bu siyasal sorumluluğu terk ettiğinde, Yüce Allah onu balığa yutturmuştur. O da hemen bundan pişmanlık duymuştur. Aksi takdirde “yevme yub’asun” diriliş gününe kadar orada bırakılacağını Rabbimiz beyan etmiştir.
Hz. Yunus’un (aleyhisselam) zihin dünyamızda bıraktığı en can alıcı yönü, bu siyasi boyutu olmalı.
Siyasal bilinç, peygamberlerin davetinin ortak noktasıdır. Her Müslümanın tahayyülünde siyasal bir bilincin olması ilahi vahyin en önemli öğretilerindendir. Yatay kulluğun omurgasını toplumsal yönetim oluşturur. “Kullukum Ra’in” meşhur hadisinde de İslam toplumunda her ferde düşen siyasal mesuliyet tasavvuru ve bilincini içerdiğini görüyoruz.
Mümin bir toplumun kendi yönetimini din düşmanlarına bırakmasını caiz gören bir tek alimi bilmiyorum. Her insanın ya seçme ya da seçilme iradesini doğru yerde kullanma yükümlülüğü vardır. Seçimde iyiler arasında bile en emin ve en adil birileri varken bu vasıfları taşımayanlara yönetimi teslim etmek doğru değildir. İslam dışı meliklerin yönetiminde de göreve talip olup ben bu işi yapabilirim, demesi gerekir. Bu görev talebi, peygamberler ve onlara tabi olanların hem görevi hem de ahlakı olmalıdır.
Yönetimde tevhid, ehliyet, sadakat, emanet ve adalet şarttır. HÜDA PAR’ın şehir yönetimlerine talip olma durumunu da bu manada değerlendirmeliyiz. Bu ölçüler içinde her bir adayımız “inni hefizun alim” demeli. Bu her bir Müminin siyasal hakkı ve sorumluluğudur.
Hz. Yusuf’un, peygamber olmadan önce sarayda olduğu halde görev talep etmemesi ve Melik’in verdiği görevi ret edip kendi teklifiyle görevi talep etmesini çok manidar buluyorum. Kıssanın bu yanını anlayabilmemiz için kişide siyasal akli melekelerin gelişmesi gerekir. Hz. Yusuf’un Hazine Bakanlığı’nı istemesi bir vahiy emridir.
Evet, bugün her muvahhid Müslümanın yönetim talebi, peygamberlerin ortak sünnetidir. Buradaki itici gücün vahiy olduğunu görüyoruz. Siyasal görevin sorumluluğu iki yönlüdür: Seçen ve seçilenin durumu. Seçilenin adil ve güvenilir olması, seçenin adalet ve güvenden yana tercihte bulunması.
Rabbimizin bu emri, hem seçmen hem de seçilen açısından önem arz eder. Bu hususta yapılacak bir hata, bir toplumsal hak ihlali olduğunun bilinmesi gerekir.
Mesela; biz bugün evimizin anahtarını güvenmediğimize teslim etmeyiz. Halbuki bir şehrin anahtarı evimizin anahtarından çok daha önemlidir. Emaneti ehline vermek Kur’an’ın emridir. Eğer oturduğumuz şehrin anahtarını teslim ettiğimiz insanın güvensiz olduğunu bildiğimiz halde tercih edersek, peşinen yanlışı kabul etmiş oluruz. Kişi kazanmasa bile tercihimiz vebal getirir. Güvenilir birisini desteklediğimizde de tercihimiz sebebiyle hakkın yanında durmuş olduğumuz için o kazanmasa bile tercih sebebiyle sorumluluğumuzu yerine getirmiş oluyoruz.
Şehrin geliri, maksadı dışında sarf edilirse o şehirde ikamet edenlerin tümünün hukukuna girilmiş olur. Bunun da sorumluluğu çok büyüktür.