İnsan hayatın tüm alanlarıyla alakadardır. Bu alakayı en iyi kurabilen şüphesiz ki İslam’dır. Çünkü İslam, kişiye cenin halinden başlayarak ölüm ve ölüm sonrası hayata dair tüm hakları vazeden yegane cihan şümul ilahi bir dindir. İşte burada dikkat edeceğimiz husus şudur: cenin için ölü ve ölümden sonra hüküm koyan İslam’ın dünya hayatının siyasal bir aklı ve iktisadi bir gücünden bahsetmemesi mümkün mü?
Peygamberimiz, bir yandan mescid imar ederken, öbür yandan Medine pazarını kurmuştur. O bir yandan ensar ile muhacirler arasında kardeşliği tesis ederken, öbür yandan başta Yahudiler olmak üzere çeşitliliği zenginlik kabul ederek farklı düşünceleri bir arada tutan Medine anayasasını yazdıran Medine İslam devletinin ilk devlet başkanıdır. İlk Medine İslam devletinin medeniyet mefkuresi, siyasal muhayyilemizin en merkezi noktasını teşkil etmelidir. Cenazemizi İslam’a göre, ticaretimizi ve siyasetimizi İslam dışı kurallar üzerine icra etmemiz mümkün değildir. Haddi zatında asıl olan dünya hayatındaki günlük yaşantımızdır. Biz bununla rabbimizin huzuruna çıkacağız.
Yani İslam, emirleriyle ve yönlendirmeleriyle doğumdan ölüme kadar olan hayatın tüm alanlarını içine alır. Dediğimiz gibi, doğumdan önceki ve ölümden sonraki dönemleri bile içine alan sistematik emir ve nehiyleri bulunmaktadır. Yani, İslam’ın, henüz doğmamış cenin, dünya hayatı ve ölümünden sonraki haliyle de ilgili çok fıkhi hükümleri vardır.
İslam; Müslümanın fert, aile, toplum ve siyasi hayatına yön verir. Tuvalet adabından, devlet başkanlığı adabına; savaş adabından barış ortamına kadar hayatın her alanına yön verir.
Siyaset, dünya hayatına yön verme sanatıdır. Yeri göğü yaratan Yüce Allah’ın sadece kişinin taharet, abdest, kefen ve mezar dışında kural koymaması mümkün mü?
Siyaset, hayatı dizayn etme sanatıdır. İslam dini insana dünya hayatıyla ilgili emir ve yasak koyar. Birilerinin dediği gibi İslam siyasetin dışına itilirse, hayatın da dışına itilmiş olur. Yani siyaset dünya hayatının tamamına yön veren bir sanattır. Siyasetin karışmadığı bir hayati mesele yoktur. İşte görüldüğü gibi İslam siyasetin dışına itilirse, aynı zamanda hayatın da dışına itilmiş olur. Bu da hem Kur’an ve sünnete hem de insanın dünyaya gönderiliş gayesine ters düşer.
Siyaset temiz bir ortam değildir. Temiz, dinine bağlı bir insanın orada olmasından kimi iyi niyetli Müslümanlar vicdanen rahatsız olduklarını söylüyorlar. İslami bir toplumun kendi yönetimine getirdiği veya getirilen şahsın, temiz olmamasını istemesinden daha yanlış ne olabilir ki?
Bu yanlışın hayatta reel bir karşılığı yoktur. Aksine yanlış olduğuna dair bir ton delil bulunmaktadır. Mesela ticarete faiz karışmış, doğru dürüst tüccar az kalmıştır diye kaç kişi ticareti bırakabilmiştir. Sanayide çalışanlara güvenilmiyor diye Müslümanın sanayiye gitmesi yakışmıyor diyeni duyan var mı? Bu iddialar masum iddialar gibi duruyor. Ama inanın hiçte öyle değildir. Dikkat edin, bu görüş ile sol seküler kesimin görüşüyle örtüşüyor olması hiç dikkatimizi çekmiyor mu?
Müslümanlar kendi yönetimlerine en dindar en güvenilir insanı getirmekle yükümlüdürler. En sağlam parti ve sağlam kadrolara oy vererek kendi yönetimlerine sahip çıkmalılar. Siyaset, iktisat ve habercilik, bunların her biri birer peygamber mesleği olduğunu unutmayalım. Buralara mutlaka Müslümanların sahip çıkması gerekir.
Son olarak siyaset kirli insanların elinde kaldıkça kirli olmaya devam edecektir. Bir Müslüman için siyasi seçimde seçimi kazanmak, kazançlarından birini oluşturur. Mahşerde kişi liderinin adıyla çağırılacaktır. (İsra, 71)