Her İslami meselenin Kur’anî bir kaynağı vardır. Kur’an’ın iyi anlaşılması peygamberin pratiği olan sünnet ile olur. İşte Kur’an ve sünnette iktisad-cihad birbirinden ayrılmayan ikizler olarak iç içe işlenmiştir.
Kur’an ve sünnetin Mekke-Medine’si olan ilk İslam devleti, dünya için bir medeniyet inşa etti. Medeniyetimiz bugün tüm tazeliği ile tartışmasız kendinden bahsettirmektedir. İşte İslam’ın Medine medeniyeti, peygamberin devlet başkanlığında dört sacayağı üzere kuruldu:
1-Medine güvenlik ittifakı
2-Medine Millet Meclisi ve merkezi bir cami inşa edilmesi
3- Müslümanlar arasında tüm mal varlıklarını paylaşmayı esas alan bir Muhacir-Ensar kardeşliği
4-Medine’de var olan Yahudi pazarına karşı Müslümanlara ait pazarın kurulması Bunları birazdan beraber anlamaya çalışacağız.
Cihad-İktisad ilişkisini anlamak için önemli hususlardan biri şudur: Mekke’de başlayıp Medine’de inmeye devam eden Kur’an ayetleri cihadla iktisadı hep yan yana, İslam’ın her merhalesinde zikretmiştir. Çünkü cihadın envanterinde birçok nokta yine malidir. Cihada katılan fail, insan ve onun amili imanıdır. Ama fail dışında kalan çok şey maldır. Dün mali cihatta en büyük silah belki kılıçtı. Dolayısıyla Cihad malzemelerinin birçok parçası mali imkanla elde edilmesi gereken malzemelere dikkatlice bakan her insan, cihad-iktisad ilişkisini rahatlıkla kurabilir.
Ama bugün bu oran çok farklı bir duruma evrilerek imkanlar savaşın maliyetini onlarca katlayarak iktisadi desteğin önemini çok farklı boyutlara taşımıştır.
Evet cihadın merkezinde insan ve insanın taşıdığı iman ve çelikten yürekler vardır. Fakat bunları ayakta tutan, destekleyen ve yiğitleri zafere götüren iktisadi destek olmazsa olmazlardandır. Dün de böyleydi, bugün de. Bugün cihad-iktisad bütünlüğü daha da önem arz ederek, iktisadi gücü olmayanı, cihadı yapamaz hale getirmiştir. Müslümanların Filistin’de israille devam eden savaşta iktisadın cihadla olan kuvvetli bağını tüm yönleriyle ortaya koymaktadır.
Yüce Allah’ın, mali cihadı canla olan cihadın önüne almasının birçok hikmeti vardır. Bunlardan birkaçını biz burada zikredelim:
1-Her insanın canıyla cihada gitme imkanı olmayabilir. Canı ile cihada gidemeyen her Müslüman (eğer mali cihad olmasaydı) cihad sevabından mahrum kalırdı.
2-Her cihadı seven ve Müslümanların başarılı olmasını isteyen, insan gitme cesaretini kendinde bulmayabilir. Mesela Hasan b. Sabit gibi.
3-Bazen insanın içinde bulunduğu şartlar onu cihada gitmekten menedebilir. Mesela anne babası, yatalak hasta ve bakanı da olmazsa…
4-Her insan içinde bulunduğu şartlar gereği savaşa gitmeye müsaade etmeyebilir…
Şimdi Medine pazarını günümüz şartlarında anlamaya çalışalım. Biz ümmet olarak Resul-i Ekrem’in (sav) Ruhaniyetine hiç taş dokundurmamışız. İsminin geçtiği yerde salavat çekmek, O’na ve O’nun soyundan olan seyitlere hürmet etmeyi asla ihmal etmemişiz. Belki fazlamız var eksiğimiz yoktur. Ama O peygamberin peygamberliğinin yarısının, zaman ve mekan bakımından devlet işlerini yönetmekle geçtiği yönünü bilip kabul etmede aynı durumda değiliz.
Bu anlamda kendileriyle antlaşmalı olduğu Yahudi pazarına karşı Müslümanların pazar yerini kurmasını ümmetin genel anlamda anladığı kanaatinde değilim. Şöyle ki, kendileriyle antlaşmalı Yahudilerin pazarından Müslümanları men eden bir peygamberin Ümmeti, kendileriyle savaş halinde olan Yahudilerin pazarından alışveriş yapmayı İslam, ümmet, peygamber, ahlak, karakter ve onuruyla izahı mümkün değildir.
Bu anlamda bir yönüyle Yahudi mallarını almamaya devam edeceğiz. Öbür yandan Filistinli kardeşlerimize gıda, tıbbi ve diğer tüm insani ihtiyaçları için seferber olacağız. Ümmet olmamız ve Müslümanlığımız bize bunu farz kılmaktadır.