İslam âleminin en önemli büyük sorunlarının başında yönetim ve iktisad gelir.
Toplumumuzun en büyük iktisadi sorunu, topluma dayatılan faiz sistemidir. Bu sorun kökten çözülmeli. Kök salmış bu faiz belası çözülürse toplumun diğer sorunları bu bağlamda çözülecektir. Bu da terk ettik demekle olmuyor. Müslümanların “Medine Pazar”ını bu asra taşıyacak İslami bir muhayyileye sahip olması gerekir. Müslümanın o ruhu yakalaması gerekir. Yine bunun aklen, ruhen ve kalben iyi tasavvur edilmesi gerekir. Bu, Yüce Allah’ın belirlediği ve razı olduğu, üretime dayalı istihdam ve helal kazancı oturtmakla mümkündür. Dünya küresel güçlerinin ekonomik silahı; faiz, döviz, ilaç, gıda, silah, enerji ve teknolojik gücüdür.
Medine’de kendileriyle barışık olduğu Yahudilere karşı bir pazar kurmayı gerekli gören iktisadi zihin dünyasını, bizim iyi anladığımızı söyleyemem. Tüm Müslümanların hassaten iş adamlarımızın Medine pazarının o ruhi anlayışı yakalamaları gerekir. Ümmet bugün iktisadi açıdan bağımsız bir ekonomik modelin gerekliliğine inanmalı. Siyer kitaplarımızın da İslam’ın dünyaya bakan bu yönü üzerinde istenilen oranda durulmamıştır.
Bugün İslam ümmetinin ekonomik bağımsızlığını elde etmeden kendi değerler sistemi içinde özgürce yaşayabilmesi mümkün değildir. Bunun için ümmet “üretimi esas alan bağımsız ve faizsiz bir ortak pazar”ı kurarak ancak sağlayabilir. Bu işte pergelin sabit ayağı, üretim her türlü desteklenmeli, israf ve yolsuzluğun her türlüsünün önlenmesi kabul edilmeli. Emtia üretim hizmeti, gıda ve tarım ürünlerinin dağıtımını üreticiden tüketiciye kolay ulaştıran sistemde aldatan değil üretenin karlı çıktığı, faizin değil Karz-ı Hasen’in cari olması lazım.
İslam ülkeleri arasında ticaret yapma olanaklarını geliştirmek... Mesela bir yandan büyük sermaye sahiplerini diğer kardeş İslam ülkeleriyle olan ticari hacmini artırmaya yönelik teşvikler yaparak İslam âlemi içinde alışverişi kolay ve cazip hale getirmek… Öbür yandan en küçük birikimi olan insanımıza devletin garantörlüğünde bir müdarebe ve mübadele havuzu kurulmalı. Yani “kazan-kazan” usulüyle İslam âlemi olarak milletlerarası pazar ortamlarını oluşturmak. Bu çeşit bir alışveriş, kaybedeni olmayan bir yoldur.
Böyle bir yolun olmasıyla kaçak iş yapma imkânı ortadan kalkar, herkes kendisine düşen helal kazanç payını alır. Hem devletler kazanır hem de küçük sermaye sahipleri kazanır. Ülkeler kendi aralarında koordineli çalışarak kaçak iş yapmak isteyene meydanı boş bırakmayan kalıcı, disiplinli ve şeffaf ekonomik bir sistem kurulmalı. Elektronik aletlerle her türlü denetimi sağlanmış bir sistem üzerinden tüm bunlar yapılabilir.
Mikro ölçüde İslami kesimler de kendi aralarında böyle bir sistemi deneyebilirler. Hatta bu çekirdek mikro çalışmayı devletler için rol model olmada alt yapıyı oluşturan bir sivil ayağın olması daha uygun olacağı kanaatindeyim. Bu sistem tam denetimi sağlanmış, çalma, çarpma ve kaçırma açığı olmayan bir sistem olmalı.
Bu sistem kurulmadan, şahısların sadece birtakım ahlaki güvene terk edilmiş bir ticareti Kur’an onaylamıyor. Kur’an, ibadetler için ihlas ve iyi niyeti, ticaret ve alışveriş için de temel ilke ve prensipleri emreder. Biz bugün ibadetlerimizi ilmihallerde bir kısım ilke ve prensiplere, iktisadi boyutu iyi niyet ve ihlasa bırakmışız. Bu terslik yüzünden aramızda iktisadi bir ortaklığı sağlayamıyoruz. Yani meseleye Kur’an’ın baktığı yerden bakamıyoruz.
Namazda niyet ve ihlas ne ise, mali ticarette tedbir, temkin, tescil de odur. Biz Müslümanlar olarak mali gayreti, tedbiri ve tescili bırakıp, malın insan nefsi üzerindeki cazibesine kapı araladığımız için şeytan, bizim boş bıraktığımız bu iyi niyet kapımızdan içeri girerek bizi birbirine düşman etmektedir. İyi niyet ve helal kazançla başladığımız bir ortaklıkta, ya çok kazandığımızda ya da zarar ettiğimizde birbirimizin dava kardeşleri olarak iki düşman şeklinde ayrılıyoruz.