İktisad, İslam’da en az namaz ve diğer ibadetler kadar önem arz etmektedir. Onun için Yüce Allah muamelatı çok tafsilatlı anlatmıştır. Yani Kur’an’ın iktisada verdiği önemi şu iki konudan anlamak mümkündür. Biri infak, diğeri de mali ilkeler. İktisad konusunun hem Mekki hem de Medeni ayetlerde zikredilmesi ve muamelata hassaten ticarete “sal çayıra mevlam kayıra” şeklinde bırakmayıp ilkesel bazı prensipler ile yaklaşması bunun önemini göstermektedir. Demek ki İslam iktisadının önemli iki ayağı vardır: İktisadi zihniyet ve iktisadi sistem.

   İslami hayatın tamamında önemli olan zihniyet, iktisadi anlamda da çok önem arz eder. Bir müminin zihin dünyasındaki iktisadi anlayış, sevap-günah, hayır-şer merkezlidir. İslami dünya hayatının zihniyet hududunu Kur’an ve Sünnet belirler. Buna göre mal bir araçtır. İslam’ın ilk yapılanmasından Medine döneminin son devrine kadarki sürece mal infakının serpiştirilmiş olmasının, müminin zihin dünyasında bir muhayyile kazandırması gerekir. İnfakın bir müminin zihin dünyasında oluşturduğu tasavvur; dayanışma, yardımlaşma ve paylaşım mefkûresidir. Bu mefkûre hayatın her devresinde terki ve ihmali mümkün olmayan bir kimlik ve kişilik kazanımıdır.

Laik ve seküler hayatın her tarafı işgal ettiği bir zaman dilimini yaşıyoruz. Son yıllarda dünyevileşmenin getirdiği ve cebren bize giydirilmek istenen bu akım İslami şahsiyetleri de bir hayli etkilemiştir. Ümmetin örnek nesil sorunu yaşamasının temel unsurlarından biri de dünyevileşme hastalığıdır. “İnsanı mal için çalışan” bir varlık haline getiren Batının batıl akımına karşı, “mal, insan içindir” anlayışındaki İslam medeniyetimizin mefkûre ve şiarları hayatın merkezine alınmalıdır. Bunu kalben kabul, ruhen diri bir şekilde aklımıza giydirerek oluşturulan bu zihniyet oluşumu, hayatımızın örtüsü olmalıdır. Taşıdığımız akıl, yaşadığımız ruh ve düşünce tasavvur mefkûremizi, iman ve itikadımızdan kopuk ve bağımsız düşünemeyiz. Kur’an ve sünnetin insani dayanışma ve yardımlaşmanın imanla alakalı olduğunu gösteren yüzlerce nas elinde olan bir ümmetin merkezinde şu üç şey vardır: Kadim anlayış, anın vacibi ve geleceğin icabı. Bu üç mefkûremiz arasında bir kopukluk, yanlış olur.

Biz ümmet olarak kadim merkezimizden beslenen, anın vacibini bilen ve istikbali buna göre bir zihin şuuru ve bilinci ile ihya ve inşa etmeliyiz. Maalesef ümmet olarak bu üç noktanın bağlamı konusunda bir zihniyet sorunu yaşıyoruz. Bu da içinde bulunduğumuz hayatımızın her alanını meşgul ettiği gibi, en çok iktisadi anlayışımızda bir zihniyet sorununu yaşatmaktadır.

İktisadi sorunlarımızın ikincisi, sistem kuramama sorunudur. Batı ve Doğu küresel güçlerinin kurdukları iktisadi sistem ve ilkeler sayesinde bekçisiz istasyonlar, insansız tesis ve benzinlikleri çalıştırabiliyorlar. Peki; biz iki Müslüman niçin bir mahalle bakkalında anlaşmazlık yaşıyoruz? Onlar bizden daha akıllı ve fedakâr olduklarından dolayı sorun yaşamıyor değiller. Onlar mali sistemleri kurmuşlar. Kurdukları sistem, kendi kendini koruyor. Sağlam sistem kendini korumaya alır. Sağlam sistemi korumak için değil geliştirilmesi için çalışılmalı. Eğer bir sistemi insanlar korumak mecburiyetinde kalmışsa o sistem çürümüş demektir. Evet, ilkesel ve bilinçli kurulan bir sistem kendi kendini korur. İnsanlar sadece onu geliştirmek için çalışmalılar.

Çünkü mali sistemsizlik hayatı zindan eder ve kötü niyetlilerin iştihanı kabartır. Bunun içindir ki şeriatımıza göre koruma altına alınmayan bir malı çalana, tam hırsızlık cezası verilmiyor. Niye? Çünkü malın bir cazibeliği ve çekiciliği vardır. Korumasız mal insanın o çekicilik duygularını tahrik eder. Korunması gereken bir malı korumayan her mal sahibi hırsızın ortağı kabul edilir. Geçmişte çoban ne ise bugün mali sistem de odur. Siyaset gibi iktisad da asla ilkesizlik ve boşluk kabul etmez.

Kısaca; “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” şiarına rağmen komşusu açlıktan ölürken tok yatan bizden mi? Toplumsal zihniyetimizin bu tarafını yitirdik. Ümmetin yeniden en üst tedbirlerini aldıkları, örnek iktisadi sistem geliştirdikleri bir modeli tüm dünyaya ihraç etmeyi yakalaması gerekir. İktisad ve siyasal ortamlar boşluk kabul etmediği gibi, başıboşluk hiç kabul etmez. Son olarak zihnen teslimiyet, amelen de temsiliyet sorunu yaşıyoruz.