Kur’an’ın tanıttığı insanın eşref boyutu üzerinden, İslami iktisadın ruhunu anlamaya çalışalım. Varlıklar yaratılış itibariyle; madde, mana, cisim, ruh, kalp ve gönül gibi farklı yönlerden oluşurlar.
Yüce Allah, insanı mükerrem(İsra/70) kılmıştır. Bu ikramın başında Adem’e meleklerin (Bakara/34) hürmetiyle başlayıp, ona verilen değer, ilmi (Bakara/31)yetenekler ile alakadardır. Yani, akletme, düşünüp fikretme gibi eşyada yaratıcının izini bulup, onun emrinde kainat ve içindekilerini anlamlandırma yetisidir. Bu manada fikretme, karar verme ve Yüce Allah tarafından aklına değer verilerek, bir kısım karar için akla alan açıp ona temyiz gücü vermesidir.(Beled/10) Bir çok canlı ve cansızlar üzerinde tasarruf hakkını insana vermesi de onu diğer varlıklardan apayrı bir yere konumlandırmaktadır.
İşte bu bağlamda, insanın iktisadi tasavvuru insan hayatının en önemli noktalarından biridir. Düşünce tasavvuru açısından İslam alemi zihni bir kırılma yaşıyor. Bu manada iktisada bakışımızda ciddi bir zihinsel sorun bulunmaktadır. Yeryüzünde sayılamayan nimetleri bize veren Yüce Allah’ın bu sayısız nimetleri din düşmanlarına metruk olmasını, aziz ümmetin iyi tefekküh ettiğinden emin değilim. Dine ve Müslümanlara düşman olanların maddi gücü ellerinde bulundurmasını normal görmenin dinen tarifi mümkün değildir.
Bu durumu gören günümüz İslam davetçilerinin vakaya mutabık bir dil kullanmaları gerekir. Müslümanların dünya malından uzak durmaları, içinde bulunduğumuz hal bakımından, bu manada davetin, sistem ve stratejik açıdan büyük bir hata olduğunu düşünüyorum. Bu nimetlerden en az Allah’a inanların istifade etmesini sağlayan bir anlatım doğru değildir. Yapısal olarak cihanşümul olan aziz İslam dini adına ve o dinin gereği olarak meseleye bu şekilde bakmak bir miyop körlüğüdür.
Böyle bir iktisad tasavvurunu, düşmanlarımız isteseler de tasarlayamazlardı. Bu tasavvur, İslam iksadının ruhuna aykırıdır. Dünyalıkların emrine girmek ve dünyalıkları düşmana bırakmak. Bu her iki durum da dinimizin iktisad ruhuna aykırıdır. Dinimiz “Namaz kılın ve zekat verin” diyor. Ümmetin içinde bulunduğu iktisadi ruha göre “Namaz kılın ve malı terk edip ondan uzak kalın” demeliydi. Mali ve idari üstünlüğü elde eden dünya hakimi olur. Evet biz dünyalıkların emrine girmemeliyiz. Ama dünya iktisadını kendi düşmanlarımızın emrine de bırakamayız.
Bu iktisadi hal, ruhen intihardır. Bir başkasının malını yemek haram olduğu gibi ümmetin iktisadi kaynaklarını din düşmanlarına terk etmek de haramdır. Evet “namaz kılın zekat verin” ayetini düşünelim! Bu ayetlerde “Ey namaz kılanlar! Aynı zamanda çalışın mal sahibi olun ve mallarınızın zekatını da verin” Bu ayetler zımnen her namaz kılan Müslümana zekat verebilecek kadar bir mali birikime sahip olmayı öğütlediğini düşünemez miyiz?
Ayetin ‘cemi’ sığası, onun taşıdığı toplumsal mali/iktisadi yapının ruhunu göstermektedir. Ayet bu veçhiyle, manayla beraber bir ruh taşımaktadır. Bu, bireysel çıkardan çok, toplumsal bir mali gücün ruhunu içermektedir. Bizim üzerinde durduğumuz ayetin taşıdığı bu iktisadi ruhudur.
Düşmanın en büyük iki silahı vardır. Bu, mali ve idari silahtır. Müslüman alim ve mütefekkirler, bu manada ümmetin ruhi ihya ve inşasına çalışmaları gerekir. Maalesef bugün bir kısım alim ve mütefekkir, Müslümanların mali ve idari yerlerden uzak kalmalarını, İslam’a hizmet olarak tahayyül etmekteler. Böyle bir davet dili, günümüz Müslümanlarının içinde bulundukları hal açısından felç edicidir.
Hz. Ömer’in İran’ın fethinde ve Hasan Basri’nin, Emevi ve Abbasi döneminde inananlardan dünya malından uzak durmayı talep etmelerinin kendi şartları içinde değerlendirilmesi gerekir.
Ümmetin davet ve mütefekkirlerine, hatip ve vaizlerine, mürşid ve üstadlarına bu manada büyük bir sorumluluk düşmektedir. Bu işin hikmet ve makasidini, zaman ve zeminini, ümmetin içinde bulunduğu durumun iyi ve sağlıklı tahlil edilerek yeniden idari ve iktisadi ruhun ihya edilmesi gerekir.
Son olarak, İran’ı fetheden askere yapılan mali nasihati, kirasını veremeyen Müslümana yapmak İslam’ın iktisadi ruhuna aykırıdır.