Depremi doğru anlamaya çalışacağız. Depremi bir ceza, ikaz ve kozmolojik manalar üzerinden yorumlamada farklı yaklaşımlar sergilenmektedir.
Depremi kader-i ilahi üzerinden okuyanların yanı sıra, onu ilahi iradeden uzak, tabiata havale edenler de oldu. Üslup bakımından da kimi akademik ve kültürel üst perdeden anlatırken, toplumun orta halli bir dindarlık ile anlatanlar. Yardım kuruluşlarının sahada yardımları, bu büyük insanlık ailemizi arama ve kurtarmada çalışanlar, siyasiler, psikologlar, alimlerimizin kelam ve akaide konu edinmeleri ve konu üzerinde tartışanlar... Bunca farklı yaklaşımlardan acaba hangisi doğru?
Kaderi, ilahi kudret üzerinden ya da ilahi ilim üzerinden okumak.
Her şeyden önce, bu deprem herkesi depretip harekete geçirdi. Bu manada, öyle ya da böyle depremi anlamak ve maruz kalanların ızdırabını hafifletmek adına kim ne yapmışsa o iş hayırlı ve faydalı olduğu kanaatindeyim. Bu konuda doğru bir tanedir. O da depremin vurduğu büyük insanlık ailemizin yaralarını sarmaya çalışmak. Doğrunun bir olması, bakışların çok olmasına mani değildir. Tevhidi açıdan en belirgin ortak noktamız Kâbetullahtır. Kâbe’yi istikamet olarak kabul etmek ortak ve alternatifsiz bir noktamızdır. Ama Kâbe’ye aynı noktadan bakmıyoruz. Hatta bu mümkün de değildir. Bunu dayatmaya çalışmak, adli ilahiyeye de insan iradesine de yapılmış en büyük kötülüktür. “Barika-i hakikat müsademey-i efkardan doğar” Tek doğruya aynı yerden bakmayı dayatmak ya cehalet ya da gaflettir.
Bu konuda en büyük yanlışı yapanlar şu iki kesim olduğu kanaatindeyim. Biri depremin sebep, çare ve sonuç ilişkisinde kesin hüküm vererek deprem şu şu sebeplerden dolayı meydana geldi diyenler ile, söz ve fiilleriyle depremzedelere giden(gidecek olan) yardımları ya engellemek, ya da sekteye uğratanlar. Bu yanlış ister siyaset, ister din ister bilim ister ilim adına yapılsın fark etmez. Toplu afet ve rahmete, hüküm değil hikmet üzerinden, illet değil, ibret üzerinden, adalet değil, şefkat ve rahmet üzerinden ve insanlık üzerinden okumak gerektiği kanaatindeyim.
Kaderin, ilim, kudret ve iradenin hem ilahi veçhiyle hem de beşerin bu vasıfları üzerinden okunması gerekir. Kaderi, beşerin sınırlı olan irade, kudret ve ilmini ve sınırsız olan İlahi irade, kudret ve ilim sıfatlarını birlikte göz önünde bulundurmadan, kaderin içinden sağlıklı çıkmak mümkün değildir. Bu konuda beşeri dışarda bırakmak “mücber” bir tasavvuru, dahli ilahiyi dışarda bırakmak “mu’tezel” bir tasavvuru oluşturur. Doğrusu, İlahı ilah sıfatıyla, beşeri de beşer sıfatıyla kadere dahil etme i’tidalinde bulunmamız gerekir. Bu sıfatları Yüce Allah’a atfedilen yerde sınırsız, beşere atfedilen yerde ise sınırlı olduğunu bilmemiz gerektiği kanaatindeyim.
Depremin fay hatları evlerimizin “mekan” boyutunu, öfke faylarımız ise ruhumuzu teskin eden ve sükunet manasını barındıran “mesken” boyutunu yıkmamalı. İmanımızı muhafaza etmeye çalışırken, sorumluluğumuzu bize unutturmamalı. Takdiri ilahiye inanmak; çalışma, gayret ve sa’yimizi baltalamamalı. Vicdan ile kazancı, merhamet ile adaleti, hikmet ile illeti, kader ile takdiri, mesken ile mekanı, insan ile nisyanı, irade ile tedbiri, akıl ile vahyi, sünetullah ile kozmolojiyi, mucize ile mucidi, afet ile afiyeti, fitne ile fiteni, aklın yarasıyla ruhun yarasını, fayın patlamasıyla insan öfkesini, Kur’an’daki “kebed ile kıvamı” ibare ile ibreti, itibar ile içtihadı, hikmetin inceliği ile hükmün kesinliğini, ilahi tikel meşieti ile tümel kanunlarını ve kısaca kevni ayetlerle tenzili ayetleri, aynı göremeyeceğimiz gibi, birbirinden tamamen bağımsız da göremeyiz.
Bu manada, depremin yıkıntılarını Yüce Allah’ın üstüne yıkmak da, Yüce Allah’ı saha dışına itmek de yanlıştır. Doğruya yakın “Allah’u a’lem” deyip bitirmektir. Bir konu hakkında tek söz söylemek Allah’a mahsustur. Yüce Allah’a ait olan bu alanı hiçbir kul alarak, en doğru ve en son söz benimdir diyemez. Depremde ölen ehli imanı Rabbim şehitlerden eylesin, yaralılara acil şifalar ve mükedder ailelere sabırlar versin.
NOT: Bu açıklamalarım da sadece bir görüşten ibarettir.