İstimrar (devamlılık-yenilenme) hadisesi hayatın her alanında gerekli olduğu gibi, İslam iktisadında da büyük önem arz etmektedir. İktisadın bir manası ölçüp biçmek ve taksimatta adilane dengelemek olduğu gibi, kısıtlayarak bir hak sahibinden hakkı kesmek suretiyle zulüm yapmak manasına da gelir.
Mekki ayetlerin ilkinden başlayarak, Medine İslam devletinin hukuk yapısı, Peygamberin (sav) devlet başkanlığında kurulan bir medeniyetin ufkunda iktisadın ruhunu görüyoruz. İslam vahyini ilk kabul eden Hz. Hatice annemizin iktisadi fedakarlığı, vahiy ve imanla paralel gitmiştir. Peygamberimizin (sav) devlet başkanlığında Medine İslam devleti üzerine büyük ve kalıcı bir medeniyet inşa edildi. Bu medeniyetin ilk Medine devletinde ve ilk devlet başkanın ilkesel yönüyle bir iktisad programına yer verilmiştir. İmanın toplumsal testinde zekat, imanın kemalatında ise infak hadisesi belirleyici olmuştur.
Bu manada Kur’an’ın ve ilk örnek neslin gösterdikleri bir mali dayanışma (infak) ve yardımlaşma tasavvurunun, tüm boyutlarıyla ümmetin genelinde gerektiği şekilde anlaşıldığı kanaatinde değilim. Çünkü İslam toplumunun elindeki iktisadi güç silah gücüyle paralel bir seyir içindedir. Bu mali güç; sahibini azıtarak bir başkasını sömürü aracına dönüşebilecek ya da elindeki maddi imkanlarla cennetleri satın aldıracak, hayatın iki boyutlu etkin bir gerçeğidir. Bu iktisadi güç ya sahibinin adaleti sağlamasında bir etkin güç ya da sahibini tam bir zalim durumuna düşürebilecek iki boyutlu bir güç kaynağıdır.
İlk Mekki ayetlerde sırasıyla; iman, ahlak ve infak gelmektedir. Başta; asalet ve mal sahibi bir kadının imanda ilk, ahlakta örnek ve infakta da en ön sıralarda olması hayret verici bir durum. Kadınlar vahiy almamışlar, ama ilk vahyin yükünü kadınlar sırtlamışlardır. Bu dava adamı bir insanın evinde vahyin verdiği bir ruhun mücessem olmuş halidir. Çünkü, iman insanı Yüce Rabbinin Azametini ve O’nun Ulviyetini, sadece varlığını kabul etmekle sınırlı tutmaz. Evet, imanda bir inanç boyutu vardır. Bu boyut imanın özünü oluşturur. Ancak, imanda inançla beraber kabul ve teslimiyet de vardır. İmanda, güven ve mutmain olmuş bir kalp vardır. İmanda, doğruluk ve sıdkiyet vardır. Dava adamı bir insanın toplumla olan ilişkileri muvazenesinde ise tahalluki bir zihniyetin olması gerekir. Ama bu da yetmiyor. Aynı zamanda içinde bulunduğu toplumun tahalluku açısından albenili bir ahlaki meziyetinin zirve bulması, iktisadi anlayışın vardığı noktaya bağlıdır. Çünkü, hem iman hem de ahlakın başarılı testi iktisadi tasavvurun kemalatıyla ölçülmüştür.
Çünkü, imanda teslimiyet ne ise, ahlakta temsiliyet odur. Ahlakta temsiliyet ne ise, iktisatta infak da odur. İnfakta da yeryüzünde yaşayan her canlı varlık hususen insanda, kendisinin ve elindeki malın asıl sahibi olmadığı şuuru vardır. Bu şuur ve bilinç ilk örnek neslin hayatında mücessem olmuştu. Mala emanet gözüyle bakmak, İslam iktisadının en üst piramididir.