İslam’a ve Batıya göre hayata bakan yönüyle insan kurum ilişkisi üzerinden bir sosyolojik okuma yapacağız. Hayat için her iki faktör önemli bir noktadır. Bu hem İslam’a göre hem de Batıya göre böyledir. Batı ve Tevhidi inanç sisteminde İnsan-eşya ilişkisini anlamaya çalışacağız. Bununla İslami toplumlarda batının çökmüş ahlaki yapısının birtakım gençlerimizi elimizden alma çalışmasını da o oranda görme imkanını bulacağız.
İlahi vahye göre yerde ve gökte olanlar (Casiye/13) insan için, insan da kulluk için (Zariyat/56) ve yine tüm eşyanın nimet olarak insana verildiğini (Abese/24-32) emreder. Bu ayetler İslam’ın konuya bakışını tebyine kafidir. Zaten Batının toplumsal yapısı, bizim dini değerler ve dünyaya bakışımızla temelde zıttır. Batı hayatın merkezine menfaati, İslam, emir bakımından vahyi, değer bakımından insanı merkeze koyar. Bugün batı insanı kula kul, Allah’a doğrudan doğruya asilik olan ve ismi liberalizm olan ferdi başı boşluğa teslim olmuş durumda. Allah’ı bırakıp kula kul olmak işte budur. Kişisel liberalizm; kazanma, şehvet ve tüketim üçgeninde seyrederken, İslam dünya ahiret denkleminde hayır-şer, günah-sevap, adalet-şefkat, merhamet ve edep gibi insanı insan eden değerler sistemi üzerinden bir merkezi hayatı öngörür. Bu değerlerden yalnız Müslümanlar değil, tüm insanlığın faydası içindir. Batıda aile ve ahlakın bittiği, kendisinden olmayan mülteci ve mukimlere acımasız bu manada dünyayı kan gölüne çevirdikleri ortadadır. Batının insana ve insanlığa verebileceği bir şeyi kalmamıştır.
Hayatın böyle işleyişi ve değişimi bu iki faktörün yer değiştirmesindendir. Bu manada batı eşyayı, İslam insanı merkeze koyar. Son yıllarda Batı ve Batının batıl örgütleri İslam alemi içinde tüm olanaklara sahip iken, İslam ve O’nun öğretileri, bırakın dünyada, İslam toplumunda halen yasaklı olduğu bir gerçektir. Bunu bizim zihin dünyamızda normalleştirmek istiyorlar. Maalesef bazı İslami partilerin de kılık kıyafet, söylem ve eylemleriyle batının düştüğü rezalete doğru evrilmeye temayülü esef vericidir. Bunu daha çok iktidar cenahında bariz bir şekilde görüyoruz. Batının teknolojik üstünlüğü karşısında ezilen bazı Müslümanlar maddi olarak düştükleri durum onların ahlakını da etkilemektedir. “Aşırı fakirlikten Yüce Allah’a sığınırım” diyen Peygamberimizin sözü bu manada önem arz eder. Direnen Müslümanların maddi olanakları çok zayıf.
Kur’an, güçlü araçlarla (Enfal/60) Müslümanların karşı koymalarını emretmektedir. Ayeti kerimede kullanılan ifade; “ما استطعتم” “Gücünüz nisbetinde kuvvet hazırlamayı” Zihin dünyamızda iyi anlamamız gerekir. Müslümanlar güçleri nisbetinde içinde bulundukları toplumun en kuvvetli araçlarını kullanmanın farz olduğunu görüyoruz. Toplumun en önemli aracı “besili at” olarak, eğer bundan kasıt halen dört ayaklı hayvan olarak anlamak mümkün değildir. Böyle bir mana Kuran açısından bir basiretsizlik olur. Bugün en büyük araç, toplumun yönetim mekanizmasıdır. Buralara gücümüz nisbetinde sahip çıkmamız gerekir.
Bu manada, bir zihniyetin oluşturması gerekir. Bu zihniyetin temsil edebildiği değerler sistemi kendi içinde tutarlı ve dinamik kalacak şekilde teşkilatlanarak, maddeten zayıf kalsa da manevi gücüyle varlığını sürdürebilir. Değerler sisteminin sağlam kalabilmesi için bir zemin ve zaman gerekir. Bu tahayyülle belli bir sistematik yapısı içinde, kendine özgü bir direnci devam eder. Mesela yüz yıla yakındır Türki’yede sistem toplumun inancına saldırmaktadır. İnançlı toplumun maddi imkansızlıklara rağmen itikadını ve inanç değerlerine bağlı kalmada başarılı olması bunun en güzel örneğidir. Sistemin bu baskısı, batının jakoben, inkarcı ve asimilasyonuna karşı sessiz ve bir ideal ruhun, maddeye tamamen teslim olmuş eşya gözüyle hayata bakan batı sistemlerine karşı isimsiz kazanılmış bir zaferidir.
Ancak son yıllarda gittikçe artan ve baskın gelen ahlaksızlığın sistemin kontrolünde yürütülmesine karşı, inançlı insanın manevra kabiliyetini zayıflatmaktadır. İslami değerlerin yaşanmasına mani her türlü baskılamaya rağmen vaiz ve hatipler başta olmak üzere davetçi olan Müslümanların buna sessiz kalmaları normal değildir. İnanç değerlerimiz bu kadar çiğnenirken insanımızın üzerine atılmış bir ölü toprak altında sessiz kalmasının dinen bir izahı yoktur.
Batının bu dayatma ve yayılımına karşı hatip ve vaizlerimizin susmasını ümmetin sosyolojisi açısından son derece tehlikelidir.
Çünkü, kötülüğe sessiz kalan kavimlere Allah lanet etmiştir. (Enfal/25, Maide/78) Biz Müslümanız. İslami bir ahlakımız vardır. Bu manada toplum ahlaka ve insanlığa sığmayan bir tarafa sürüklenmesini normal göremeyiz. Bu konuda ciddi kitlesel programlar yapılarak, tüm siyasi partilerin, hususen iktidarın bu manda ciddi adım atması gerekir. Alimler, meşayih ve İslami sivil yapılar, aile reisleri, kanaat önderleri, iş verenler, kısaca topyekûn bu konuda bir seferberlik ilan edilmesinin gerektiği kanaatindeyim. Yoksa Yüce Allah’ın belaları işe el koyabilir. Hafizenallah!