İslam hukuk sisteminde farz-ı kifayenin kamu düzeni sağlamadaki rolünü anlamaya çalışacağız. Farz-ı kifaye terkibi İslami bir kavramdır. Bu manada konuyu, İslam kardeşliğine giden bu yolun Müslümanın zihin dünyasında bıraktığı izdüşümünü anlamaya çalışacağız.

İdeal İslam sistematiğinde önce inanç ve düşünce özgürlüğüyle bir kardeşlik ortamı oluşturulur. Bu kardeşlik, aynı ebeveynden olma kardeşliğini aşan evren üstü bir gönül birlikteliğidir. Öyle bir toplumsal ittifak ruhu oluşur ki, insanın insanla olan ilişkilerinin ötesine meseleyi taşır. Yapmakla mükellef olduğunuz Yüce Allah'ın emri olan bir farizayı diğer (din) kardeşleriniz eda edince o sizin de yaptığınız anlamına gelecektir. Bu amel cihatta da namazda da olsa aynıdır.

İnanç ve amelde kardeş olan toplumun bir kısmı tarafından yerine getirildiğinde tüm toplum onu yapmış gibi kabul edilir. Buradaki paylaşım, sevabı da sorumluluğu da kapsamaktadır. Eğer, kifaye olan bir farzı toplumda hiç kimse yapmazsa, tüm toplum sorumlu olur.

Farz-ı kifaye, bir kısım Müslümanlar eda ettiğinde diğer Müslümanların da üzerinden sorumluluğun düştüğü amellere denir. Mesela, cihad ve cenaze namazı gibi. Böyle bir fıkhi varlığın toplumsal zihin tasavvurunda oluşturacağı kardeşliğin anlaşılıp pratize edildiği yerde çok mükemmel bir kamu düzeni oluşur. Nitekim asr-ı saadette bu hakikat yaşanmıştır. Kur’an-ı Kerim tüm ibadetlere “Salih amel” der. Yani her bir makbul amelin toplumun barışına bakan birçok yönü olduğu için ona salih amel denilmiştir. Fıkhın tevhidi toplumsal barışa dönük en somut yönünü farz-ı kifaye oluşturmaktadır.

Yüce Allah’ın indinde makbul olan tüm amellerin ortak adı salih ameldir. Aslında makbul amel iken onun salih olarak tesmiye edilmesi üzerine çokça tefekkür ve tedebbür etmemiz gerekir. Tüm amellerde bu nitelik vardır. Ancak bu konuda farz-ı kifaye daha etkindir.

Ne muhteşem bir toplumsal birlik ki, farz olan bir ibadeti toplumun bir kısmı yapınca diğer kısım da yapmış sayılacak! Ne muhteşem bir sistem! birbirimize dünyevi ve uhrevi fayda sağlayacak böyle kardeşliğimiz var. Bugün bir çoklarımız bunun farkında bile değiliz. Farz-ı kifaye üzerinden böylesi toplumsal ruhi değerlerimize rücu etmek mecburiyetindeyiz.

İslam hukuk sistemi dışında hiçbir beşeri sistem ve ideoloji böylesi bir toplumsal birlik ruhunu oluşturamaz. Fakat İslami toplumun İslam dışı yasalara mahkum edildiği günden beri sadece Müslümanlar değil, tüm insanlık değerler bakımından çok şey kaybetmiştir. Bu bizim toplumsal kardeşliğimizi, merhamet ve şefkatimizi, adalet ve fedakarlığımızı kısaca birbirimizle olan birlikteliğimizi kötü etkiledi.

Bugün Müslümanlar olarak, kendi hukuk geleneğimizde var olan ruhi damarımız olan farz-ı kifaye ile tekrar bir merhamet toplumu inşa etmemiz mümkündür. Zor olabilir ama zor bir iş imkansız anlamına gelmez. Bu konuda en güzel sermaye farz-ı kifayedir. Bir mümin, kendi işinin başında iken diğer mümin kardeşinin eda ettiği bir farzın sevabına ortak olmanın nasıl kalbi ve ahlaki bir toplumsal yapıyı ördüğünü iyi düşünmemiz gerekir. Bu inanç ve ahlaki yapı, deve çobanlarından medeniyet inşa eden münevver bir toplum meydana getirdi.

Evet bugün biz Müslümanların, farz-ı kifaye üzerinden ruhi bir birliktelik ahlaki bir meziyet ve toplumsal bir medeniyet ihya ve inşa etmemiz mümkündür. İslam Ümmeti için bu ütopik ve tahayyül olmayıp, yaşanmış bir hakikattir. Rabbimizin inayetiyle bu mümkündür. Yüce Allah’ın irade etmediği bir şeyi biz gerçekleştiremeyiz. Fakat O dilerse olur. (Enfal/63)

Demek ki, toplumsal kardeşlik değerlerimizi, maziden ilham alarak atiye bu ümitle kemerlerimizi sıkı tutarak gerçekleştirmeye çalışmalıyız. Çünkü Yüce Allah gücünden ve merhametinden hiçbir şey kaybetmemiştir. O bu manada bizden bir adım atmamızı istemektedir. Bu konuda Kur’an, sünnet ve İslam hukuk sisteminin tüm kaynakları elimizde mevcuttur. Oluşturulacak bu birliktelikte en etkin vasıtamız şüphesiz ki farz-ı kifayedir. Ümmet yeniden bu ruhi yapıyı yaşamalı.