Toplumsal yapıda temel taş olabilmek beceri ve tecrübe ister. Bu konuda ender şahsiyetler toplumsal krizlerde belli olurlar. İşte Hz. Ebubekir tam da böyle bir şahsiyettir. Peygamber Efendimiz (asv) hayatında aldığı tüm kararlarda Hz. Ebubekir’i hep yanında bulundurmuştur. Peygamber Efendimiz vefat etmiş, Ashab-ı Kiram ciddi bir telaş içindedir. Kimisi Ona olan sevgisinde boğulmuş, kimi münafıklık peşinde, kimi cahiller de Resul öldü amirlik bittiye getiriyorlardı. Hz. Ömer kılıcını çekmiş, “Muhammed öldü diyenin kellesini vururum” diyordu.

Hz. Ebubekir büyük bir öz güven içinde; Kim Muhammed’e tapıyorsa bilsin Muhammed öldü. Kim Allah’a tapıyorsa bilsin ki Allah bakidir.” Zümer/30 gibi konuyla ilgili ayetleri okuyarak herkesi teskin etti. Tüm telaşa rağmen ümmetin ciddi ve dirayetli bir yöneticiye ihtiyaç duyduğu kritik bir zaman dilimi içinde olduğunu iliklerine kadar hisseden Hz. Ömer, Hz. Ebubekir’den daha iyi bu işi yapacak birisinin olmadığının farkındaydı.   

Hz. Ebubekir’in siyasal aklı ve toplumsal tecrübesi hiçbir sahabiyle ölçülemeyecek kadar ileri seviyedeydi. Aslında Hz. Ebubekir diğer sahabiler gibi hem vahiy hem de meleke-i nübüvvet tecrübesini beraber müşahede eden bir sahabidir. Gece gündüz hep Resul-i Ekrem’in dizi dibinde ve O’nun nübüvvet ruhuyla canlanan toplum bilim bakımından bir siyasal zihin dünyası oldukça geniş biriydi. Hz. Ebubekir’in siyasal aklı kemalat devresini tamamlamış, bu konuda zihin dünyası zengin ve engin biriydi. Miraç mucizesinde gösterdiği performans, hicrette yanında, hicretin dokuzuncu senesi olan Sene-i vufud’da ve yine Resul-i Ekrem’in son hastalığında onun Ashabın imamlığına tayın edilmesiyle Hz. Ebubekir’in tüm Ashabın önünde yer aldığını görüyoruz.

Olgun yaşta ve ilk Müslüman olan, Resul-i Ekrem’in yirmi üç yıllık Nübüvvetin her karesinde Resul-i Ekrem’in tüm dert ve kederinde yanında yer alması bakımından Ashab’ın tümüne büyük fark atmıştır. Onun bu ender vasfı üzerinde Ashabı güzin ittifak etmiştir. Bir önceki yazımda belirttiğim gibi, Resul-i Ekrem’in vefatında kendisinin yaptığı iki büyük içtihada Ashab’ın itaat etmesinin İslam epistemolojisi içinde Ashab’ın ilk icma olması bakımından çok önemli bir husustur. Resul-i Ekrem’in naaşı üzerinde cemaatle namazı kılınamaz diye içtihad etmesi, malını beytul-mala devredilmesinde icma etmesini İslam’ın inklapçı siyasal yapısı içinde değerli ve önemli bir adım olduğu kanaatindeyim.

İlk dört halife zamanında bu konuda ashabın mabeyninde bir ihtilaf yoktu. Evet bu konular çok tartışılmıştır. Tartışılması gereken bir konuda Ashab’ın farklı görüş beyan etmesini doğru ve yerinde anlamamız gerekir. Eğer konu içtihada giren bir mesele ise, hakkında fikir beyan etmek bilgi sahibi herkesin fikir beyan edip tartışılması gerekir ki içtihad olsun. Böyle bir içtihada katkıda bulunmak bilgi sahibi kişiye farzdır.

Daha sonra bir kısım mezhebi saiklerle, kişi/kişilerin kalplerindeki ğıl ve ğışına alet etmek için Ashabı Kiramın her bir tartışmasını yanlış siyasi çekişmelere alet edildi. Bir kısım mana zorlamalarıyla mecrasından çıkarıp, ictihaddaki her bir tartışmaya bir düşmanlık anlamını yükleyerek Ashapla alakası olmayan uyduruk tasavvurlar uyduruldu. Ehli Beytin fazileti üzerinde ümmet ittifak etmiştir. Daha sonra(680-694) onlara bir taraftan taraftarlık diğer yandan düşmanlık gibi adeta ümmetin içine virüs gibi bulaşıcı hastalıklar bulaştırıldı maalesef! Mesela, bu hastalıklara karşı Hz. Ali’nin torunlarından “Kitabul-İrcas”ı ile Hasan B. Muhammed B. Hanefiye dokuz maddelik bir risale ile mutedil bir cevap verdiğini görüyoruz. (H.694/ TDV/C/32/42) 

Fakat şunu da göz ardı edemeyiz, Ashabın arasında ölümlere mal olan olaylar olmuştur. Neticede Ashab dediklerimiz de melek değil birer insandırlar. Farklılıklar bazen dozajını aşan boyuta gelebiliyor. Tartışmanın dozajı arttığında çatışma ve ölümlere kadar varabiliyor. Bu insanın genel yapısında vardır. İnsanın bu özelliği kontrol edilmezse çatışmaya kadar da varabilir. İşte, İslam’ın siyasal tasavvuru içinde tahayyül ederek diyorum ki, olayların yatıştırılamamasının en büyük etkeni Hz. Ebubekir’in yokluğudur. Eğer Ebubekir olmasaydı, Resul-i Ekrem’in vefatını hazm edemeyen Ömer’in elinden kılıcı başka kim alabilirdi? Hz. Ebubekir’de bulunan siyasal akıl hiç bir sahabide bulunmuyordu. Bundan diyorum ki, Ebubekir Resul-i Ekrem’den sonra siyasal İslam’ın temel taşıdır.