Hz. Adem ve Hz. Havva’nın ilim, zelle, günah, zulüm ve tevbe meselelerini Kur’an’dan anlamaya çalışalım.
Hz. Adem ve Hz. Havva ebeveynlerimiz, insanlığın ilk ailesidirler. Kur’an-ı Kerim Hz. Adem’in yaratılışının topraktan ve beşeriyet boyutu hakkında çokça bilgi vermektedir.
Yüce Allah her bir peygamberi bir özelliği üzerinden onu öne çıkarır. Mesela, Hz. Eyup sabrı ile Hz. Yusuf rüyaların teviliyle, Hz. İsa ölüleri diriltme ile... Bu manada Hz. Adem’i ilimle öne çıkarır. Bu ilim/bilginin de bizzat yüce Allah tarafından verildiğini beyan eder. Bakara/31. Yüce Allah’ın meleklerin bildiklerinin üstünde bir bilgi olduğu meleklerin itiraflarından da anlıyoruz. Bakara/32. Yani Adem’deki bilgi üstünlüğünü melekler kabul ederek Adem’e tazim manasında secde ettiler. Tüm melekler secde ettiler iblis hariç. Bakara/34.
Biz Hz. Adem’in bilgisinden bahsederken, bilginin cinsi üzerinde değil de niteliği üzerinde durulmasının daha doğru olduğu kanaatindeyiz. O da, bu bilginin ilgili ayetlerden hareketle meleklerdeki bilgiden daha üstün nitelikli bir bilgi olduğu ilgili ayetlerden kesin bir bilgi olarak öğreniyoruz.
Bu konuda zihni tasavvurumuzu meselenin künhüne varabilmemiz için bir kaç maddeyi beyan etmede fayda görüyorum;
a) Basit bir topraktan mükerrem ve mükemmel beden ve ruhi olgunluğa doğru bir terfi’ söz konusudur. Her şeyden önce, Adem’in yaratılış serüveninde bir ilahi kuvvet, kudret ve hikmetinin tecellisiyle bakmak şarttır. Tüm insanların hatta canlı cansız her mahlukun yaratılışına Rabbimiz bir yasa koymuştur. Ancak Hz. Adem ve Hz. İsa (as)’ı Ali İmran/59. Hilkat yasası dışında bir usulle yaratmıştır. Bu her iki peygamberin yaratılışlarının özel bir halde olması ile diğer peygamberlerden (insanlardan) çok farklı olarak Adem’i topraktan, İsa’yı baba olmadan yalnız anneden doğma ile yaratır. Mucize olma yönüyle İsa’nın yaratılışı, Adem’in yaratılışı gibi denilmiştir. Ali İmran/59. Yüce Allah’ın evrene yüklediği genel hilkat yasasından farklı yaratılmalarıdır. Benzerlikleri de yaratılış kuralı dışında yaratılışlarının mucize ile olmasıdır. Yoksa onların da hilkatları aynı değildir. Biri topraktan, diğeri babası olmadan anneden doğma şeklindeydi.
b) Burada Hz. Adem’in yaratılanlar(peygamberler dahil) arasında makamının yüksekliğini, Yüce Allah katında çok kıymetli olan melekleri ona secde ettirmesini zihin dünyamızda doğru bir şekilde canlandırmamız gerekir. Adem’e meleklerin özel secdesiyle bu ikramın rutin boyutu ona olsa da aslında beni Adem’i de İsra/70’ kapsıyordur. Bu meziyet yeryüzünde hilafet (Bakara/30) ve emanet(Ahzab/72) bilinci ve şuurudur. Ayetin sonunda bu kıymet bilinmezse büyük bir cehalet ve zulüm olduğu ilahi emri iyi anlaşılmalı.
c) Yüce Allah, Meleklere de Adem’e de bizatihi kendisi bir ilim verdiğini beyan eder. Ancak nitelik olarak Adem’e verilen ilmin meleklerden daha kıymetli olduğunu bilgi karşılaştırmasından (Bakara/32) bunu görüyoruz. Bu manada düşündüğümüzde Adem ve Adem’in bilgisine bilgisizlik çekmek Yüce Allah’ın bilgisine operasyon çekmektir. Çünkü Ayeti kerimede “علم ادم” Adem bildi yerine, “علم ادم” (biz öğrettik) mefhumu ile bunu anlıyoruz. Adem (as) bir peygamberdir ondaki bilgi yüce Allah’ın bilgisidir. O’na dil uzatılamaz. Çünkü Adem’deki ilim direk Yüce Allah’ın öğrettiği bir bilgi ki, o bilgi şeytanda da meleklerde de olmayan bir bilgidir. Buna cehalet demek tam da bir cehalettir.
d) Ona ilmin öğretildiğinin hemen ardında meleklerin secdeye varılması, ilmi meziyeti sebebiyle üstün mahluk olarak ona secde edilmiştir.
e) Kur’an’da Peygamberler için kullanılan kavramların bazıları genel manadan farklı olarak özel bir manada kabul edilirler. Konu Hz. Adem olduğu için mesela ondan misal verelim. Meleklerin Adem’e secde etmelerini emretmesini düşünelim. Allah’tan başkasına secde edilmez. Alimlerimiz buradaki secde Adem’e değil yüce Allah’adır. Melekler için Adem, bizim için Kâbe’nin konumundadır. Adem’e secde etmek nasıl asli manası ile değil ise Adem için, nefsine zulüm etti, tevbe etti, asi oldu, yoldan çıktı gibi kelimeleri de öylece özelde bir mana vermemiz vaciptir. Dolayısı ile Peygamberlerin tevbesi zikir gibidir. O’nların tevbe etmeleri günahkar olduklarından dolayı değildir. Tevbe “tabeden” gelir ki, bir kulun Allah’a karşı olması gereken yere gelip tabi olması demektir. Adem ve şeytan karakteri üzerinden de bunu anlamak mümkündür. Şöyle ki; Halık-mahluk ilişkisinde, Yüce Allah Adem’in unutarak yaptığı zellesi bile hata kabul edip yüce Allah’tan af dileyerek mütevaziliğini zikreder. Ama şeytanın bilerek yaptığı isyanını aklamaya çalışması ile, Adem ve şeytanın karakterlerinin biz kullara bakan yönünün bilinmesi kulluğun üzerine bina edilen isyan ve itaat farkını gözler önüne sermiş oluyor. Olaya böyle bakmamız gerekir.
f) Adem’i cennete göndermekle cennetin varlığının ilmel yakin ve aynel yakin olduğunu göstermesi bakımından da Adem’i önce cennete göndermesinin ayrıca bir önemi olduğu kanaatindeyim.
h) Adem’in Yüce Allah’tan aldığı ilim meleklerin aldığı ilim ve bilgiden üstün bir bilgi olması ile melekler onun üstün ilim niteliğine tazim ettiler. Adem’i toprak yönünde bir okuma yapmadılar. İndi ilahide Ona verilen ilmi meziyet üzerinden meseleye baktılar. Hem Ona hem de Onun zürriyetine böyle baktılar. Şeytan Adem’in ilmi meziyetini çekemedi. Benim ilmim ve bilgim Onunkinden üstündür de demedi ve diyemezdi. Çünkü, Yüce Allah’ın Adem’e verdiği ilmin üstün bir bilgi olduğunu biliyordu. Adem’deki üstün ilme ulaşamayacağını bildiği için Onun cismani özelliğini göstererek (A’raf/12) Ateş-toprak karşılaştırması üzerinden bir okuma yaptı. Bunlar çok önemli. Melekler Adem’deki üstün bilgi sebebi ile Ona secde ettiler. Şeytan Adem’deki üstün bilgiyi çekemediği için konuyu ateş-toprak üstünlüğü üzerinden ele alarak kibirlendi. Demek ki, her kim Adem’in bilgi sahibi olmadığı veya o bilgiyi kabul etmeyip Adem’i cahillikle suçlar ise o şeytandan daha aşağı bir pozisyonuna girer.
Meleklerin Adem’e yaptıkları tazim secdesiyle beraber emrin kimden geldiğine baktılar. Bu ikram secdesinin, hem Adem hem de zürriyetine yapılan bir fazilet ikramı olduğunu anladılar. Çünkü, biz inanıyoruz ki her yaratılmış meleğin beni Adem’e olan bir hizmet boyutu vardır. Demek ki, meleklerin Adem’e secde etmesi salt manada bir secde ile sınırlı değildir. Şeytanın isyanı da sadece bir secdelik isyanla sınırlı değildir. Mesele, Yüce Allah tarafından Adem’e verilen ilmi meziyeti kabullenip kabullenmeme meselesidir. Adem’in ilmi meziyetini tahkir edip karşı çıkmak şeytanı geride bırakacak bir cehalettir. Adem’le cedelleşenin akıbetine bakın ne oldu? Şeytan bile Hz. Adem’in cahil olduğunu söyleyemediği halde, bazı insanların Hz. Adem’i cehaletle suçlaması bir insan için kişinin düştüğü en kötü durum olsa gerek.
Bu mukaddimeden sonra Adem’in yaratıldıktan sonra dünyaya değil de cennete gönderilmesini, orada yasak ağaçtan yemesi ve dünyaya gönderilişini Kur’an’dan anlamaya çalışacağız. Dünyada Hilafet-Emanet ilişkisi ve zellesini Kur’an’dan anlamaya çalışalım.
Hz. Adem yaratılmadan önce yüce Allah Meleklere yeryüzünü idare edecek birisini yaratacağını (Bakara/30) söylemesi ile yaratıldıktan sonra dünyaya değil de cennete gönderilmesi kritik noktalardan biridir. Her şeyden önce konunun burasının doğru anlaşılması gerekir. Kur’an-ı Kerime baktığımızda genel manada Kur’an tevhid, amel ve geçmiş kavimlerin hayat hikayesinden bahseder.
Hz. Adem babamız ilk insan olduğu için ondan önce örnek gösterilecek/alacak bir insan modeli yok ki tecrübesinden istifade edebilsin. İşte bunun için yaratmadan önce dünyaya halife olarak göndereceğini söylediği kulunu tecrübe kazansın diye Onu dünyadan önce geçici olarak cennete gönderdi. Cennete şeytanın düşmanlığını Ona tanıttı. Cennette yeme dediği ağacın ne çeşit bir ağaç olduğu üzerinde durmayacağız. Bunun bir önemi de yoktur. Eğer olsaydı Yüce Allah bunu kitabında beyan ederdi. Kur’an şahıs ve eşya üzerinden değil de, içerdiği mesaj üzerinden konuları anlatır. Kur’an meseleye değil, mesaja önem verir.
Önemli konulardan biri de şudur; bazı emir veya ameller, yer ve zamana göre farklı olabiliyor. Mesela, normal zamanlarda yapılması suç olmayan bir iş ihramda normal kabul edilmez. Başka yerde caiz hatta sevap olan bazı işler Kâbe’nin Harem bölgesinde yasak olur. Önemli noktalardan biri de, bazı şahısların özel halleri var ki o bütün insanlar için aynı değildir. Mesela, Resul-i Ekrem’in hanımlarının diğer insanlardan farklı ( Ahzab/32) bir durum ve sorumlulukları vardır. Bir Peygamberin meleke-i nübüvvet farkından dolayı unutmak dahi o makama hürmeten bir noksanlık kabul edilerek Yüce Allah’tan af dilenmesini bu manada tasavvur etmeliyiz. Normal işlenen bir suç sonrası istenen aftan çok daha farklı bir af çeşidi olduğunu düşünmek, Peygamberlere olan imanımız gereğidir. Kâbe’nin çevresi nasıl ki başka yerlerden farklı ise, cennet de başka yerlerden çok daha farklıdır. Bir kavram zalim nankör ve asi bir zalim ve kafir için kullanıldığında ki manası ile aynı kelime bir mumin veya Peygamber için kullanıldığında aynı manayı ifade etmez. Başka önemli bir husus da, cennetin ceza alma yeri olmadığının bilinmesidir. Cennette yapılan bir işin suç sayılması için ceza verilen bir yerde işlenmesi gerekir. Yasak ağaçtan yenilmesi cennette olduğu için bunu günah manasında anlamak cennetin özelliklerine de yakışmaz.
Şimdi konu hakkında bazı kavramları, Kur’an’dan anlamaya çalışalım.
عصي, ظالمين، غوي، نسي،اهبطوا،اسكن،الانسان سجدة، عظم،توبة،عدو ولا تقربا Şimdi bu kavramların hem genel hem de Hz. Adem için özel manaları üzerinde durmaya çalışalım. Mesela; يا ادم اسكن انت و زوجك الجنة” Bu ayeti kerimede ki “اسكن” kelimesi daimi olmayan bir yerleşimi çağrıştırmaktadır. Yani Hz. Adem Yüce Allah tarafından cennete konulduğunda bile ‘geçici bir zaman kalın’ manasında bir kelime ile zikretmesi bizim dikkat edeceğimiz bir husustur. Mesela seferilikte vatani sukna, kişinin seferilik müddetinden daha fazla kaldığı geçici bir yerleşme zamanı için kullanılır. Çünkü Adem’in toprağı dahi ortada yok iken yüce Allah meleklere yeryüzünde bir halife yaratacağını söylemişti. Yani Adem yaratılmadan önce Onun dünyaya gönderilmek üzere yaratıldığını emreder. Demek ki, geçici olarak, ilerde şeytanın yapacağı düşmanlık hamlelerine karşı Onu bir kısım deneyim ve tecrübelerden geçirmek için geçici olarak cennete yerleştirir. Ayeti kerimedeki “ولا تقربا” daki nehiy lamını İslam alimleri dikkate alarak izah etmişlerdir. Zahirilerden bilinen İbni Hazm,”El milel ven-Nihal” adlı kitabın Arapça nusha c/2 sahife/382’de şöyle açıklar; “... لانه يتاول ان الامر الوارد عليه ليس علي معني ايجاب، ولا علي التحريم،لكن اما علي الندب ان كان بلفظ الامر، اوالكراهية ان كان بلفظ النهي…” Yani yapıldığında kendisine zarar vereceği şeyi de nehiy lamı ile yapma demesi o işi yapan haram işlemiş olmaz. Çünkü İlahi emirler üç kısma ayrılır. Emri Teshiri, Emri İş’ari ve Emri Mevlevi diye üçe ayrılır. Emri tashiri; hayvanlar ve cansızlar için verilen emirlerdir. Bu çeşit emre uyanlara sevap, uymayanlara azap edilmez. Mesela bir koç düşünelim 12 ay 100 aded koyunla aynı ortamda kaldığı halde dişi koyun çiftleşme talebinde bulunmadığı müddetçe koç çiftleşmek için çaba göstermez. Yani hayvan bu konuda fıtratında ona yüklenmiş kurallara uyar. Şayet bu konuda hadsizlik yapsa da günahı yoktur. Cansızlar hiç itiraz edemezler. Hayvanlar itiraz etme ihtimali nadiren de olsa mümkündür.
Emri İş’ari ise bilgilendirme emridir. Yani yapıldığında kendisinin zarar göreceğini haber verilen emir çeşididir. Bir öğrenciye sınıftan çıkmak yasaktır demek ile dışarı çıkmayın soğuk olduğu için çıkan zarar görür. Çocuğa verdiği emir bilinçlendirme manasında işari emir vermiş olur. Emri Mevlevi ise, insanlar ve cinler için verilen emirlerdir. Emri yerine getiren sevap, ihmal eden azap çeker. İşte Hz. Adem için bu ağaca yaklaşma diye yapılan nehiy, nehyi işaridir. Yani, Adem siz bu ağaca yaklaşmayın. Eğer yaklaşırsanız siz zararlı çıkarsınız. Cennet gibi kedersiz bir yerden, dünya gibi dertli bir yere düştü. Ceza değil zarar gördü. Dikkat edilirse Adem Cennette bir beşer idi. Dünyaya atıldığında ona Peygamberlik verildi.
Ayeti kerimede geçen “ فتكونا من الظالمين…” zalimlerden olma ne demektir? Zulüm kelimesini aziz ulemamız şöyle açıklar; والظلم في الغة؛ وضع الشيء في غير موضوعه، فمن وضع الامر او النهي في موضع الندب اوالكراهية، فقد وضع الشيءفي غير موضعه، وهذا الظلم من هذاالنوع من الظلم الذي يقع بغير قصد وليس معصية.. İbn Hazm Elmilel ven-Nihal/382.Yani buradaki zulüm: Bir şeyi, yerinden başka bir yere koymaktır. denilebilir ki, Araf/ 23. ayeti kerimede “Biz nefsimize zulmettik..” ayetini nasıl anlamalıyız? Her salih kul Allah’a karşı dua ederken kendisini affolunacak pozisyonda görür. Mesela Resul-i Ekrem günde yetmiş defa tevbe ederdi. Günahkar olduğu için değil, şükreden bir kul olduğu için söylerdi. Adem’in tevbe etmesi de budur. Peygamberlerin tevbesi şükür ve zikir manasındadır. Aslında bizim dikkat edeceğimiz en önemli husus burada alacağımız derslerdir. O derslerden biri de, Hz. Adem unutkanlığını bile bir eksiklik görür ve bunun için Allah’tan istiğfar ister. Şeytan bilerek asi olduğu halde isyanını aklamaya çalışır. Aslında Yüce Allah bize böyle bir karşılaştırmadan ibret alıp ders çıkarmamız için bize mesele değil, mesaj verdiği anlaşılmalı. Can alıcı nokta burası.
“عصي ادم و غوى” Taha/115. E’sa= Kelimesini tarif edelim: luğatul Arabiyyede, asa, el değneği, dayanak sopası, aykırı, muğayyer, itaatsizlik, söz dinlemez ve bellenmişe uygun olmayan… manasına gelir. Muhatabımız bir Peygamberdir. Var olan manalardan hangisi Peygamberin şanına yakışıyorsa o manada değerlendirmek bize vaciptir. Arapça kelimelerin zengin bir mana taşıma sebebi ile bir metne mana verirken, manayı metne uygun olan anlamın verilmesi ehli ilmin ortak görüşüdür. Bu sadece Hz. Adem ile ilgili değildir. Mesela Resul-i Ekrem ile ilgili Fetih/2. Ayeti kerimede geçen “ من ذنبك” Bundan kasıt dört nimettir. Mağfiret, İtmami nimet, Mustakim bir hidayet ve Aziz bir nusrettir. El_Keşşaf/ 4. cilt/323. sahife(Arapça nusha) Tefsiri Hazinin (Arapça nushası) muhtasarın 3. cilt/322. sahifede; “ فالمراد بذكر الذنب هنا ما عسا ان يكون وقع منه من سهو ونحو ذلك، لان حسنات الابرار سيءات المقربين،فسماه ذنبا” Yani Hz. Adem bir Peygamberdir. Bizim için normal olan bir şey, Onun için bir eksiklik olarak isimlendirilir. İmam Maturidi buradaki zenbin O’na değil ümmetinin günahları kast edilmiştir demektedir. Yani ümmetinin günahlarının affı için sana şefaat hakkının verildiğini söyler. Tevilatul-Ehli sünnet/4. Cilt/sahife 518. (Arapça nusha) Çünkü yüce Allah Taha/115. Ayeti kerimede Hz. Adem’in “unuttuğunu” beyan etmiştir. Unutmak asilik, ve günahkarlık olarak değerlendirilir mi? Hani konuyla ilgili Bakara/34. Ayeti kerimede “Adem’e secde edin” den kasıt Ademe yönelerek Bana secde edin demektir. Adem o secdede Kâbe konumundadır. Biz Kâbe’ye secde ederken Kâbe’nin kendisine değil de onun Rabbine secde ettiğimiz gibi. Demek ki “ اسجدوا لادم” biz nasıl ki burada geçen secde kelimesi bildiğimiz manada bir secde olmadığını söylüyorsak, Adem ile ilgili diğer kavramları da öylece farklı manalandırmak mecburiyetindeyiz. Hz. Yakup ve kardeşlerinin Hz. Yusuf’a secde etmesi de hakeza bu manadadır. Unutarak yanlış yapan hiç günahkar olur mu? Demek ki bu, Hz. Adem’e özel bir durum da değildir. Kur’an-ı Kerimin birçok yerinde ve birçok Peygamber hakkında bunlar söz konusudur. Bunu bilmeyenlerin söylemesi de bizi üzer. Ama bilenlerin onlara çanak tutarak söylemesi bizi daha fazla üzmüştür. Yüce Allah, Hz. Adem’i ağaçtan yedikten sonra Ona Peygamberlik verdi. Günah işleyenin mükafatlandırılması muhaldır. Ehli ilim Hz. Adem’in cennetten dünyaya gönderilişi hakkında şöyle derler: “Tenzili Mekan, Terfi’i Makam yaptı” Cennetin tarifi açısından da konuya baktığımızda cennet keyf ve zevk(Tur/23) yeridir. Cennet günah yeri değil ki Adem’in ki günah olsun. Bu cennetten kasıt bir bahçedir ya da dünyada cennet gibi bir yerdir… gibi açıklamalar bizce gereksiz bir tartışmadır. Gerekli olsaydı Kur’an buna değinirdi. Öyle ya da böyle olsun fark etmez.
En çok manası çarpıtılan ayetlerden biri de Ahzab/72. ve En’am/165. ayetleridir. Özellikle Ahzabdaki Ayeti Kerimede, Yüce Allah’ın emaneti göklere, yere ve dağlara arz edince onlar bu emaneti taşımaktan korktular. Onu insan taşıdı. İnsan ne zalim ve ne de cahildir. Bu ayeti kerimeye insan ve eşyanın yaratılışı açısından ve Kur’an’ın kadrajından bakmamız gerekir. Yoksa art niyetlilerce acayip manalar verilerek, ayetin anlamı makasıd-ı ilahiye uygun olmayan bir yere taşınabilir. Konu hakkında otuz küsur tefsire baktım. Aşağı yukarı manalar birbirine çok yakın. Ancak bazı tefsirlerin teferruatlara dalıp konuyu çok dallandırdıkları olmuştur. İmam Maturidi T’evilatül-Ehli sünnet adlı tefsiri, Mazhari Tefsiri ve Kadı Beydavi’nin tefsirleri konuyu daha makul bir seviyede tutarak izah etmişlerdir.
Özetle söylüyorum: Buradaki Emanet’in yaratılıştaki kabiliyet olduğunu beyan ederler. Yani gökler, yer ve dağlar emaneti taşıyabilecek yaratılışta yaratılmadıkları manasına geldiğini söylerler. Emanetten kasıt; Yüce Allah’ın verdiği akıl, idrak, temyiz kudreti ve irade hürriyet gücü sebebiyle Yüce Allah’ın Emir ve Nehiyleridir. Gökler, yer ve dağlarda bu imtiyazlar yoktur. İnsanda bulunan bu anasır-ı erba’a(bu dört unsur) kıymetini bilmediği için nefsine zulüm, Yüce Allah’ın verdiği dünyayı idare etmenin değerini bilmeyerek cahillik etmiştir. İnsana yönelik bu emanet onun hem Allah’a hem kendi nefsine hem de diğer insanlara karşı haklarını kendi iradesiyle yerine getirme gibi bir sonucu ortaya çıkarır. Şayet insan üzerine aldığı emanet görevinin gereğini yapmazsa o zaman emanete hıyanet etmiş olur. Bu yüzdendir ki, Yüce Allah söz konusu olumsuzluğa işaret ederek emanetin gereğini yerine getirmeyen insan için “Zelumen Cehulen” diyerek, insanı genel manayla zikretmiştir. Bunun da sebebi, insanın ekseriyeti bu emanetin kıymetini bilmediğinden dolayı “hüküm ekseriyete göredir” kaidesi gereği insan denilmiştir. Demek ki burada insan emanet almakla zalim ve cahillik yapmamış. Belki mübarek emanetin gereğini yerine getirmeyip hakkını veremediği için zulüm ve cahillik etmiştir. Bütün bunlar gösteriyor ki insan, dünyada ağır bir görev ifa etmek üzere yaratılmıştır. İnsan yeryüzüne bir amaç için yaratılmış ve gönderilmiştir. Bu amacın formülü Zariyat/56. Ayette cin ve insanı ibadet için yarattığını emretmektedir. Tüm bunlarla anlaşılmaktadır ki, söz konusu ayette belirtilen ibadet görevi, emanetin içeriğini oluşturan hususların fiili bir tezahürüdür.
Hulasa, Hz. Adem (as) ilk insan ve ilk Peygamberdir. Her bir Peygamberin bir özelliği ön planda tutulmuştur. Hz. Adem’in önde tutulan özelliği, meleklerin bilgisinden daha fazla bir ilme sahip olmasıdır. Bu ilmi üstünlüğünden sonra kendisine tazim secdesi yapılır. O’nun ilmi meziyetinde en ufak bir eksiklik olsaydı şeytan Yüce Allah’a, ‘O bilgisize ne diye secde edeyim’ derdi. Çünkü şeytan dahi Hz. Adem’in ilmi üstünlüğünü bildiğinden o konuda hiç söz söylemezken, günümüzde bir takım insanlar Hz. Adem ile ilgili C…l diyecek kadar echel olan insanlar, meseleyi bilerek veya bilmeyerek, konuyu çarpıtacak kadar bir yanlışa girmiş oluyorlar.
Kur’an’a Göre Müslümanın Tavrı
Bu konuda söz Kur’an’ın! “ O size kitapta şunu indirmiştir. Allah’ın ayetlerinin inkar edildiğini yahut alaya alındığını işittiğiniz zaman, onlar başka bir söze geçmedikçe kendileriyle beraber oturmayın. Aksi takdirde şüphesiz siz de onlar gibi olursunuz…” Nisa/140.
Ayeti kerimede sadece yanında oturanın onlar gibi olacağını söylemesi çok dikkat çekicidir. Demek ki inanan bir insanın bu konuda en yakışmayan tavrının onların meclisinde oturmalarıdır. Peki Müslüman oldukları halde şarkıcıya destek imzalarını atanların irabda mahalli yoktur. Hafizenallah! Ne günlere kaldık. Maalesef bir kısım yazarlar da onların değirmenine su akıttılar en çok bizi üzen bu kardeşlerimizin böyle mübtezellere çanak tutmalarıdır. Halbuki Nisa/140. Ayeti kerimede, Allah’ın ayetlerinin alaya alındığı yerde müminlerin durmamalarını emreder. Oradan/onlardan uzak durup ayrılmayı emreden ayetini tefsir etmişlerin şarkıcının yanında durması asrın en büyük usulsüzlüğü olduğu kanaatindeyim. Bu durum ayete apaçık bir tezat teşkil etmektedir.
Şarkıda söylenilenler doğru şeyler olsa dahi ki yanlıştır, alay ederek dillendirilmesi bile bizim o karede durmamıza asla imkan vermemektedir. Kaldı ki tüm söyledikleri yanlış, iftira ve iztihza edildiği halde bunda ne var demek bir akıl tutulmasıdır.
Son olarak; konuyu Kur’an-ı Kerimden bildiğimiz kadarıyla cevap vermeye çalıştık. Kur’an’ın dışına çıkmamaya gayret ettik ki Konu yanlış bir tarafa çekilmesin. Hz. Adem’i temize çıkarmak için bir takım zorlamalar yapıldı diye itiraz edilmesin. Ya da, itiraz edenlerin bilerek neye itiraz ettiğini bilsinler. İslam dininin en vaz geçilmezi şüphesiz ki Yüce Allah’tır. O’nu bile inkar etmede insan özgürdür. İsteyen inanır isteyen inkar eder. Kimse bu konuda zorlanamaz. Ancak, alay edip tahkir etmek başka bir şeydir. Hz. Adem ve Annemiz Hz. Havva hakkında tahkiri yapanların, yaptıkları tahkirde Hz. Adem ve Hz. Havva yerine Onları ve eşlerini ya da anne babalarını koyarak öyle bir söz söylense kendileri buna razı olurlar mı? Evet İslam’ı kabul etmemek ayrı bir şeydir. İslam ve İslam’ın mukaddesatları ile alay, küçümseme ve tahkir etmek apayrı şeylerdir. Hz. Adem’in bilgisi şeytanın ve meleklerin bilgisinin üstünde bir bilgidir. Onları bilgisizlikle suçlamak, bir bilgi ve ilimden çok, bir inanç ve ahlak sorunudur.