Her şeyden önce hased, Allah Azze ve Celle’nin taksimatına razı gelmemektir. Rabbimiz maddi, manevi tüm nimetlerini kullarına dilediği gibi taksim eder.
Kimine kısar, kimine artırır, kimine az verir, kimine çok verir. Neticede bu konuda tek tasarruf sahibi O’dur.
Kimine sağlık verir, mal vermez. Kimine mal verir, sağlık vermez. Kimine maddi nimetlerini yayar ama ilim, kabiliyet ve farklı meziyetlerden mahrum bırakır. Kimine de tüm nimetlerinden hesapsız verir. Bu O’nun takdiridir.
Bu konuda sadra şifa, dertlere deva şu Nebevî tavsiyeyi hatırlatmakta fayda var.
“Hayat şartları sizinkinden daha aşağı olanlara bakınız; sizden daha iyi olanlara bakmayınız. Bu, Allah’ın üzerinizdeki nimetini hor görmemenize daha uygun bir davranıştır.” (Müslim)
Ancak hasud kişi bu takdire rıza göstermez. Sürekli bir hoşnutsuzluk haliyle, huzursuz ve mutsuz olur. Pek tabidir ki bu, önce fıtri bir duygu olan kıskançlık ile başlar. Ancak tezkiye ve terbiye edilmez ise hasede dönüşür.
“Yoksa onlar, Allah’ın lütfundan verdiği şeyler için insanları kıskanıyorlar mı?” (Nisâ,54)
Psikolojik bir analize göre hased; “Gerçekleştiremediğimiz potansiyelimizin başkasında gördüğümüz aynasıdır” görüşü oldukça önemli bir tespittir.
Bu cihetten bakınca, modern hayat şartlarında hased duygusunun ortaya çıkma olasılığının çok daha fazla olduğunu ifade edebiliriz.
Zira dijital bir dünyada yaşıyoruz. İletişim ve haberleşme çok hızlı. Neredeyse tüm insanların hayatları çok görünür bir vaziyette. Haliyle, insanların sahip olduğu imkânlar, statüler, nimetler, olanaklar adeta görücüye çıkmış gibi ortalarda geziniyor ve özelde kalması gerekenler dahi çok iyi biliniyor.
Maddi, manevi kendini gerçekleştirme yolunda başarılı olamayan veya daha doğru bir tabirle tam anlamıyla tatmin olamayan insanlar, bir başkasında- sahip olamadığı pek çok nimeti görünce, eksik yanlarının, yoksunluklarının, ulaşamadıklarının, yaşayamadıklarının resmini görüyor adeta.
Kiminde kıskançlık, imrenme ve gıpta ile kalıyor. Kiminde de, hased, hem o insanı hem çevresini yakıp yıkıyor.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve vesselem’in buyurduğu gibi:
“Haset etmekten sakının. Zira, ateşin odunu (veya otları) yiyip bitirdiği gibi haset de iyilikleri yer bitirir.” (Ebû Dâvûd)
Toplumları ahlâkî yozlaşmaya ve çürümüşlüğe götüren hased duygusu, pek çok çirkin fiilin fitilini ateşleyen en büyük etkenlerden biridir.
Esasen hased; kibir, kin, öfke ve pek çok kalbi hastalığı besleyen bir duygudur. Gerek kişisel ve gerekse büyük gruplar arasındaki husumet, kavga, çekişme, küslük vb. nahoş durumların müsebbibi de hased duygusudur.
Tüm kalbi hastalıklarda olduğu gibi, hased konusunda da, erken teşhis ve tedavi önemlidir. Ve elbette tedbir...
Bu daha küçük yaşlardan itibaren başlayan ve çoğu kez kendini tekrar eden bir süreçtir.
Küçük yaşlarda dizginlenemeyen kıskançlık duygusu, sonraki yıllarda kolay kolay tedavi edilemeyen bir hased hastalığına dönüşür.
Bilhassa sadist, narsist ve mazoşist kişiliklerde hasedin etkileri çok bariz bir şekilde görülebilmektedir. Bu kişilik bozukluklarının temelinde de, çocukluğa kadar uzanan hased merkezli, dramatik ve travmatik öyküler vardır çoğunlukla. Pek tabidir ki, bu hasedi tetikleyen, tedavi edemeyen yanlış ebeveyn tutumları, toplumsal etkileri de eklemek gerekir.
Neticede insan; yedisinde ne işe, yetmişinde de odur...