İblis, Hz. Adem Aleyhisselamın konum ve sahip olduğu mertebeyi, dolayısıyla da, Allah Azze ve Celle’nin Hz Adem’e yapılmasını emrettiği tazimi kabul etmeyerek, bir kıyasa girişmiş, sonrasında da tüm çirkefi ve asiliğiyle hasedini ortaya dökmüştü. Olanca kibri ve küstahlığıyla...
Rabbimizin bize yüce vahyi ile bildirmeyi murad ettiği, yarattığı varlıklar arasında yaşanmış bu ilk kıssada , Şeytan aleyhilaneyi isyan döngüsüne çeken ve çepeçevre kuşatan muharrik bir güçtü hased.
O’nu görmez,işitmez ve idrak edemez derekeye düşüren...
Ve elbette, iradesini esir alan, hased ile varlık bulmuş o kışkırtıcı sorgulama, yargılama, hüküm verme cümleleri peşi sıra gelmişti...
-Neden, ben değil de Adem!?
-Oysa ben daha...
Elbette her hased öyküsünde olduğu gibi burada da, önce kibir, sonra kıyas, sonra da isyan, sırasıyla da hile ve tuzaklar devreye girmişti.
Hz. Yusuf Aleyhisselam’ın kıssasında da, olayların etrafında dönüp durduğu olumsuz duygu aynı şekilde hased idi.
Yine kibir ve kıyas ile terennüm edilmiş söylemler ve eylemler hayat bulmuştu hased ile.
Ve yine benzer yargılardan mütevellit cümleler...
-Neden, biz değil de Yusuf!?
-Oysa biz daha...
Böylece Hz.Yusuf’un kardeşleri de aynı kısır döngünün içinde bocalayıp, hased ekseninde çabalayıp, kör kuyuları reva görmüşlerdi kardeşlerine...
Hz. Muhammed Sallallahu aleyhi vesselem’ ın Peygamber olarak seçilmesinden sonra da pek çok müşrik ve kâfirin, bilhassa İsrailoğulların’dan gelen Yahudilerin tavrı da bu şekilde değil miydi?
Önce kibir, sonra kıyas, sonra isyan...
-Neden, Muhammed!???
-Oysa biz daha...
Hased ah şu hased...
İmanın ve sayılamayacak kadar çok salih amelin önündeki aşılması zor sed.
Küfre götüren ve sayılamayacak kadar çok kötü amele sebebiyet veren duygu.
Şunun altını çizmek gerekir ki, kıskançlık ve hased birbirinden farklı şeylerdir. Kıskançlık fıtri bir duygudur ve herkeste vardır. Hakeza imrenme ve gıpta etmekte. Ancak dizginleri sağlam tutulmaz ve layıkıyla idare edilemez ise hasede dönüşebilir.
Nereden bakarsak bakalım, hem psikolojik,hem sosyolojik açıdan hased son derece yıkıcı ve tehlikeli bir duygudur.
Ancak her hasedcinin muhakkak kendince hasedine dayanak yaptığı dramatik bir öyküsü vardır. Ne yazık ki bu dramatik öykülerden, travmatik bir sonuç inşa eder hasedci. Bu inşa sürecinde de, gözü hiç kimseyi ve hiçbir değeri görmez.
Zira hasedci kördür.
Ben merkezci ve kibirlidir.
İyi olanı, olumlu olanı, güzel olanı görmez..
Sürekli bardağın boş tarafına odaklanır. Dolu tarafını görmekten hoşlanmaz.
Eleştiride çok cömert (!), takdir etmede ise olabildiğince cimridir.
Bir ailede, toplulukta, sokakta , mahallede...
Kısacası bir yerde bir hasedci varsa orada huzur, güven, afiyet ve saadet tehlikededir.
Bu bakımdan hasedcinin ıslahı veya hasedini ortaya koyacak eylemleri yapması, içinde yaşadığı küçük ve büyük toplulukları olumlu veya olumsuz yönde fazlasıyla etkiler.
Kendisinden yüce Allah’a sığınılası tehlikeli bir insandır hasedci...
“De ki: ben, karanlığı yarıp sabahı ortaya çıkaran Rabbe sığınırım,
Yarattığı şeylerin şerrinden,
Karanlığı çöktüğü zaman gecenin şerrinden,
Düğümlere üfleyenlerin şerrinden,
Ve hased ettiği zaman, (hasedini ortaya çıkaran) hasedçinin şerrinden. (Allah’a sığınırım). (Felak Suresi..)