Adamın biri uzun süredir görmediği askerlik arkadaşını ziyaret etmek için, arkadaşının işlettiği mobilya mağazasına girer. İçerde hummalı bir çalışma vardır. Yeni gelen salon takımları, oturma grupları, masalar, sandalyeler yerleştiriliyor.

Adam şöyle kuş bakışı izler ortamı bir iki dakika ve durumun başını, sonunu bilmeden, deneyimi olmadan, aklına bir çırpıda sayısız fikir gelir. Zaten akıl vermede üstüne de yoktur. Haddi zatında akil bir kişidir!

Derken gözleri arkadaşını arar ve resimlerden gördüğü kadarıyla, ilerde saçı sakalı mobilya atölyelerinde ağarmış arkadaşını tanımakta zorlanmaz. Yanına yaklaşır ve iki arkadaş yılların özlemiyle kucaklaşarak uygun bir yerde oturarak muhabbete başlarlar.

Fakat mağazaya giren arkadaşın aklı hep çalışanlardadır. Zira aklı fazlasıyla çalışmaktadır ve bu akıl kafasında duramıyordur, taşıyordur! Akıl vermesi şarttır acilen!

Ve.. mevzu başlar...

Şunu şuraya bırakın, bunu buraya yerleştirin, şurayı iyi yapmadınız değiştirin, burayı aslında böyle yapmanız gerekirdi vs.. vs.. gibi sayısız akıl verir.

Gören bu adamı kırk yıldır bu işin ustası sanacaktır...

Oturduğu yerden, kan ter içinde çalışan, çırpınan onca insana tepeden bakarak, kılını kıpırdatmadan sadece akıl(!) vermektedir...

Mağazanın küçük çaycısı kim bilir kaçıncı çayı değiştirirken, yine aynı manzarayla karşılaşır.

Tam o sırada çok değerli bir parça taşınır, taşıyanlar yetersiz gelir ve bir kişiye daha ihtiyaç duyulur.

Misafir oturduğu yerden:

“Olacak iş mi bu..? Bu kadar kişiyle nasıl taşırsınız bu eşyayı. En az bir kişi daha olmalıydı.. Diyerek söylenmeye başlar yine.

Küçük çaycı artık daha fazla dayanamaz ve konuşur...

“Amca kızma ama, akıl vereceğine bir el versen, bir işin ucundan da sen tutsan daha çok faydan dokunmaz mı??”

...

Kısa bir sessizlik olur. Adamın aklı, kısa devre yapar sanki...

Adam küçük çaycıya şöyle bir bakar. Aslında haklıdır da. Ama el vermek mi?

Destek olmak için bir işe el atmak mı?

İşte bunlar zor şeylerdi.

Doğrusu, akıl vermek daima daha kolaydı...

Evet hikayecikteki gibi, akıl vermek daima kolay gelir bazı insanlara. Yardım etmek, üretmek, ortaya bir iş çıkarmak, hep daha zor olandır zira...

Ancak her ne hikmetse (!), sadece akıl vermeye yetkin akil kişiler(!); iş yapan yaptığı işi hangi tecrübe ve deneyimlere binaen yapıyor, neden, niçin ve nasıl yapıyor, niye böyle değil de öyle yapıyor?

Hangi zorluklarla karşılaşıyor, çalışma koşulları nelerdir? Gibi detaylarla yani, işin bu kısmıyla pek de ilgilenmezler.

Destek ve el vermektense akıl vermeyi ve hariçten gazel okumayı marifet sayarlar.

Oysa geçmişten günümüze kadar gelen güzel bir söz vardır ve bu gibi insanlara söylenebilecek çok yerinde bir cümledir:

“Yiğit isen, işte görek!”