Hz. Ali’ nin (r.a) “çocuklarınızı, içerisinde yaşadığınız zamana göre değil, onların yaşayacakları zamana göre yetiştirin” sözünün hikmetini her geçen gün daha iyi anlıyoruz.
Aynı şekilde yavrularımızı yetiştirirken zamanın getirdiği birbirinden farklı sorunlar ve sıkıntılarla karşılaşınca bu sözün hikmeti mucibince hareket etmek gerektiğine daha çok kanaat getiriyoruz. Bir yandan yaşadığımız zamanın hızına yetişmeye çalışıyoruz; çocuklarımızın maneviyatına zarar gelmeden yaşadığı zamanın gerçeklerine ve ihtiyaçlarına göre, mutlak doğrulardan şaşmadan, sıratı müstakim üzere dosdoğru kalarak, her yönüyle ikmal etmeye çabalıyoruz. Bir yandan da, ileriki yaşamlarında- yaşayacakları zamanın şartlarını öngörüp bu minvalde yetiştirmeye gayret ediyoruz.
Peki bu yetiştirme süreci her ebeveyn için aynı şekilde mi ilerliyor?
Buna net bir cevap vermek mümkün değil. Zira içinde yaşadığımız zamanda, çocuk yetiştirirken birçok ebeveyn meseleye daha rasyonel hesaplar üzerinden bakıyor. Faydacı bir yaklaşımla, pratik ve menfaat merkezli sonuçlara odaklanarak, bu konudaki düşünceleri de bu minvalde şekilleniyor.
Hesap ise gayet açık; iyi bir okul, yüksek gelirli iyi bir meslek, yaşam standartları yüksek-iyi bir gelecek...
Kısacası daha çok maddeyi önceleyen ve manayı öteleyen bir yaklaşım.
Oysa yavrularımızı yetiştirirken imanımız gereği hem imtihan olmak üzere gönderildiğimiz fani dünyayı, hem ebedi hayatımız olan baki alemi hesaba katarak yetiştirmek ve itidal üzere istikrar etmek bu yolda hayr ve berekete, iki cihan saadetine ulaştıracaktır.
Hem zaten iman eden bir insanın, sadece dünya ve dünyaya dair kaygılarla yavrusunu yetiştirmesi, yavrusunun imanı için, dini ve maneviyatı için endişe duymaması, bu konuda lakayt kalması evlat sevgisiyle nasıl bağdaşabilir ki?
Allah Resulü' nün bile (s.a.v) "Ey kalpleri hâlden hâle çeviren Allah’ım, kalbimi dinin üzere sabit kıl." (Tirmizî (Deavât 124)) diye dua ettiğini düşünecek olursak, kendimizin ve yavrularımızın kalbinin hangi sevdalarda demir attığının ve hangi sevdalarda sabitlendiğinin kaygısını taşımamamız kabul edilebilecek bir durum olmasa gerek.
Netice de İbnü'l-vakt ( kendi zamanının çocuğu) ve Ebu’l-vakt( kendi zamanının babası ) olmak için “kalbin süfli hallerinden sıyrılıp, kalbi yaratana-asıl sâhibine ram olup, kalbin ve zamanın sahibine teslim olup sığınarak, zamanı yönetmek ve zamanın hakikatine göre kendimizi ve yavrularımızı yetiştirmek bir gerekliliktir.
Bunun için de ademoğlunun tekâmül yolculuğundan zamanlar üstü, zamanlar arası sığınabileceği en muazzam liman olan tefekküre sığınmak akıl sahibi olmanın en büyük işaretidir.
“O akıl sahipleri, ayakta dururken, otururken ve yanları üzerine yatarken daima Allah’ı zikrederler; göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve: “Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bütün eksik sıfatlardan uzaksın. Bizi cehennem azabından koru!” derler.”(Al-i İmran 191)
Yazımızın başındaki Hz Ali’nin sözüne dönecek olursak şunları ifade edebiliriz; yavrularımızı itikadi anlamda zor günler bekliyor. İtikat tehlikede olunca haliyle de amelleri de tehlikede oluyor.
Gözleri, gönülleri daima dünya ışıltısıyla kamaşan, tefekkür yetisinden uzak yavruların, Rabbimizin kainattaki nurunu, esmalarının tecellilerini görmesi mümkün olabilir mi?
Doğduğu günü; tefekkürden uzak, sadece pastalarla, kutlamalarla zihnine kodlayan bir çocuğun, varlığının hakikatini hakkıyla idrak etmesi, şükrünü eda etmesi mümkün olabilir mi?
Başı göğe çevrilmeyen, Rabbinin güneşini, kamerini, yıldızlarını tefekkür edemeyen bir yavrunun, sadece dünyanın debdebesine, şaşasına kapılması gayet normal değil midir?
“Gecenin karanlığı O’nu (İbrahim’i) kaplayınca O bir yıldız gördü. «Rabbim budur!» dedi. Yıldız batınca «Ben batanları sevmem!» dedi. (Daha sonra) Ay’ı doğarken görünce (yine) «Rabbim budur!” dedi. O da batınca «Rabbim bana doğru yolu göstermezse, elbette yoldan sapanlardan olurum.» dedi. Güneş’i doğarken görünce de «Rabbim budur! Zira bu daha büyük.» dedi. O da batınca dedi ki: «Ey kavmim! Ben sizin (Allah’a) ortak koştuğunuz şeylerden uzağım! Benim Rabbim, bütün noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah’tır! Ben hanîf olarak yüzümü, gökleri ve yeri yaratan Allah’a çevirdim ve ben müşriklerden değilim.»” (En’âm, 76-79)
Bir anne veya babanın yavrularına bırakacağı en güzel eser, zaten fıtratında olan tefekkür yetisini geliştirip korumaktır. O masumların fıtratları korunduğu müddetçe, onlar Rablerine giden yolları bulurlar.. Tevhid önderi Hz. İbrahim (a.s) misali..
Yavrularımızı dijital ekranlara, AVM vitrinlerine vb. yerlere bakmaya mahkum etmek, onlara yapacağımız en büyük kötülük olur. Onlara tefekkür kapılarını açalım. Ta ki; ulvi ve süfli olanın, fani ile baki olanın mukayesesini, muhakemesini yapabilsinler.
Rabbimiz 2021’e veda ettiğimiz bu günü tefekkürle geçirmeyi ve 2022’ye isyandan, günahlardan arınarak, tefekkürle girmeyi nasip etsin!