İstanbul'un Fatih ilçesinde bulunan, Osmanlı döneminden kalma tarihî bir ibadethane olan ‘Sanki Yedim Camii' öyle sanıyoruz ki, ismini duyan her insanın dikkatini çekmiştir. Bu camii ve oldukça farklı olan ismi hakkında kesin bir bilgi olmamakla beraber, halk arasında dilden dile dolaşan bir rivayete göre: Keçecizade Hayreddin adında orta hâlli bir esnaf, Osmanlı döneminde padişahların yaptırdığı Selatin camilerini görüp imrenerek, kendisi de bir cami yaptırmayı diler ve bunun için para biriktirmeye başlar. Canı bir şey istediğinde, almayıp; sanki yedim (varsay ki yedim) diyerek parasını ayrı bir yere koyar. 20 yıl boyunca biriktirdiği paralarla küçük de olsa bir cami yaptırır ve caminin adı halk arasında Sanki Yedim Camii olarak anılmaya başlar.’

Her insanın dikkatini çekecek bir isim demiştik. Aynı zamanda her insanın duyduğunda etkileneceği ve üzerine düşüneceği ibret alınası bir örnek doğrusu.

Çünkü bu örnek;  her ibadet ve salih amel için nasıl ki bir hedef/istikamet ve program belirleniyorsa ve devamlılık/istikrar gerekiyorsa, infak ibadeti için de aynı şuurun gerekli olduğunu ve nelere kadir olduğunu özetliyor.

Bilhassa bu şuurla Ramazan ayı gibi mübarek bir ayda iken, bire yedi yüz, bire binler ve hatta bir sadakaya dahi sayısız ecirlerin verileceği bu bereketli vakitleri, hem dünyamız hem ahiretimiz için fırsata çevirebiliriz.

İnfak anlayışımıza farklı boyutlar kazandırmak suretiyle, iktisadın kölesi olup, malının efendisi olarak çok daha büyük infak projeleri için seferber olabiliriz.

Sanki yedim diyerek, bizlere rızık olarak verilenlerden, sanki giydim diyerek, Rabbimizin bizi giydirdiklerinden infak edebiliriz.

Fakat Rabbimiz için verdiğimiz her fani dünyalığın, baki alemde ebedi nimetlerle karşılık bulacağının ve bunun karz-ı hasen (Allah'a verilen güzel borç)  olduğunun bilinciyle verirsek, en güzel ve en özel olanlardan infak etmemiz gerektiği bilincini de pekiştirmiş oluruz.

Zira zaten Mâlik’ül- Mülk olanın bize verilen mülküyle yine O'na borç vermek ve karşılığını kat kat fazla almak, haşa Rabbimizin ihtiyacı değil. Aslında yine bize lütuf ve ihsan olarak geri dönen merhametinin nişanesidir ve bizim muhtaç olduğumuz bir rahmettir.

Allah (c.c) rızası için veren daima çoğalmıştır, büyümüştür, aziz olmuştur.

Bakınız!

Allah  Resulü (s.a.v.) hicretin ilk Cuma namazını Ranuna vadisinde kıldırdıktan sonra, inşa edeceği bir medeniyetin-Medine İslam Devletinin temellerini hangi sözlerle atıyor:

“Ey insanlar! Sağlığınızda ahiret için hazırlık yapınız. Biliniz ki kıyamet gününde herkes yaptığından hesaba çekilecektir. Sizlerden her biri çobansız bırakacağı koyunundan sorumlu tutulacak. Sonra Rabbi ona tercümansız ve aracısız olarak şöyle diyecek: ‘Sana Resûlüm gelip de emirlerimi tebliğ etmedi mi? Ben sana mal mülk verdim, pek çok iyiliklerde bulundum. Ya sen kendin için ahiret azığı olarak ne getirdin?’ Bu soruyla karşılaşan şahıs sağına soluna bakacak ancak hiçbir şey göremeyecek. Önüne baktığında ise cehennemi görecek. Öyleyse yarım hurma ile dahi olsa cehennemden korunmaya çalışınız, onu da bulamayan güzel bir sözle kendisini kurtarmaya baksın. Zira bir hayır için on katından yedi yüz katına kadar sevap verilir. Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi üzerinize olsun.”

 Evet yarım hurma dahi olsa... Vermeye gönlü olan için, infak vesileleri sayılamayacak kadar çoktur.

Rabbimiz bu Ramazan ayını özel ve genel yaşam alanımızda gerçekleştireceğimiz infak inkılaplarımıza milat kılsın!