Hızlı yaşıyoruz, hızlı düşünüyoruz, hızlı konuşuyoruz, hızlı kararlar alıyoruz...

Hülâsa hesap etmeden yaşıyoruz, çabuk tüketiyoruz...

Sabır, sebat, direnç, bekleyiş gibi kavramlara iltifat etmiyoruz/edemiyoruz yaşamsal boyutta. Kısa zamanda az çabayla, çabuk ve bereketli sonuçlar bekliyoruz. Haliyle tüketiyoruz bunca güzel erdemi.

Belki de son zamanlarda en çok şikayet ettiğimiz çeşitli imtihanlara karşı mukavemetsiz kalışımızın asıl sebebi de budur...

Sahi imtihanlar mı çoğaldı, yoksa bizim imtihanlara karşı mukavetimiz mi azaldı?

Her zaman diliminin kendine has ve hatta kişiye özel imtihanları olsa da hakikat şu ki, dünya her daim; bela ve imtihan yurdudur...

Bilhassa ehli iman için.. Ehlinin imanı için endişe duyan ve çırpınan hak ehli için...

Eşinin, dostunun, akrabasının, ülkesinin ve tüm dünyanın iman nuruyla aydınlanması için karınca misali; “hak yolunda ya olurum, ya ölürüm” diyen dava ehli için...

Elbette Rabbinin davasının mukaddes yükünü omuzlarında taşımakla şereflenen bahtiyarlar için imtihanlar daima olacaktır. Bu imtihanları sıfırlamak gibi bir formül ise kimsenin elinde yoktur.

Asla da olamayacaktır!

Fakat imtihanlarla baş etmenin, direnmenin, pes etmemenin formülü vardır...

Bu formüle sahip olmak isteyenler için, öncü şahsiyetlerin hayatı, mücadelesi, aksiyon metodu en güzel ve doğru formüldür...

Onlar ki, kendilerinden sonra gelenler için bir çığır açmışlardır; nice zorluğa, zahmete, sıkıntıya rağmen...

Nebevi müjdeye mazhar olmuşlardır böylece...

 “İslam’da iyi bir çığır açan kimseye, bunun sevabı vardır. O çığırda yürüyenlerin sevabından da kendisine verilir. Fakat onların sevabından hiçbir şey noksanlaşmaz. Her kim de İslam’da kötü bir çığır açarsa, o kişiye onun günahı vardır. O kötü çığırda yürüyenlerin günahından da ona pay ayırılır. Fakat onların günahından da hiçbir şey noksanlaşmaz.” (Müslim)

Onlar; başlarını yastığa her koyduklarında dava sancısıyla uykuları kaçanlardır!

Onlar; dünyalık hayallere tevessül etmeyen, Rahman’ın yolunda vakarla yürüyen, gerekirse o yolda yürüyenler zahmet çekmesin, günbegün artsın diye hesapsız ve karşılıksız bir şekilde; o yola taş, toprak olan has kullardır!

Fırtınalı gecelerin ardından, tipiye-soğuğa aldırmayan, karla kaplı yollara ilk adımı atanlardır!

Elbette ki ilk adım en zor olandır. İkinci adımı atan zorlansa da yönü bellidir artık. Çünkü çıkan iz aslında işaretidir, yolun/istikametin. Üçüncü adımı atan için yol artık bellidir. Sonrakiler için ise, yol da belli olmuştur, yordam da...

Artık olması gereken, sonradan gelenlerin istikamet üzere istikrarıdır...

Bunun için zaman bahçesine tohumlar ekmişlerdir, önden gidenler! Her biri bin umut devşirecek umutlar...

“Ben gitsem de yeşil kalsın bu bahçe” diyerek-direnişi, sevdayı gözyaşlarıyla, alın terleriyle, kanlarıyla sulamışlardır...

Canları pahasına, izzetlice bahçıvanlık yapmışlardır; ekilen ve filizlenen tohumlara.. Bir gün tomurcuğa, sonra goncaya ve sonra dava gülistanının sevda, samimiyet, fedakârlık kokan güllerine dönüşeceklerine inanarak...

Şahsiyet hesaplarını rızayı ilahi için sıfırlayıp Rabbani yolun maslahatı için fenafillah, fena fi’d-dava olmuşlardır!

İşte böylece arkalarından gelenler için çığır açan, miras olarak büyük bir dava ve kutsal bir sevda bırakan Peygamberlere, şehitlere, rehberlere selam olsun...

Şimdi bizlere düşen; onlardan aldığımız emanete ahde vefa göstermektir!

“Böyle olmaz, haydi kalk!
Gafleti at, korkuyu, ataleti , bahaneleri söküp at!
Sen gitsen de yeşil kalsın bu bahçe
Haydi tohum at...”