Her şeyden önce sancı, kişinin hissedebilme yetisinin çalışıyor olduğunu gösterir. Sancıyı hissedebiliyorsa insan, hisleri ölmemiştir, körelmemiştir, uyuşmamıştır...

Bu nedenle sancı, varlık pusulasının, vicdan ibresini bir oraya bir buraya çeker durur. Varlık pusulası donanlar, yani vicdan ibresini-kalibresini hesap etmeden, gaflet silahıyla vuranlar, sancılanmazlar...

Hissetmezler hissedilmesi gerekenleri!

Göremezler, görülmesi gerekenleri!

Duyamazlar, duyulması gerekenleri!

Söyleyemezler, söylenmesi gerekenleri! 

Oysa sancı rehberdir; kişiyi eğri-büğrü yollardan alıp, dosdoğru yola çıkarıverir...

Bazen öğretmen olur; cehaletten kurtarıp, ilmi hikmetle mayalar, ta ki manevi rızıkların bereketini tattırır en lezizinden...

Bazen hastalık olur-dert olur; sineyi kevgire, beyni tandıra çevirir. Sonra aynı sancı, insanı tabipler tabibine, dertliler dermanına ulaştıran bir vasıta olur. Hastalık içinde şifa, dert içinde derman neşvünema bulur... Delik deşik sinenin göz göz olmuş yaraları kapanır, tandır misali alev alev yanan beynin tepesinden, selamet rüzgârları eser durur...

Sancı, sefahati boğacak, şafağın habercisidir.. Sancı, çorak topraklardan filizlenecek umut tohumlarının müjdecisidir...

İşte bu yüzden, selam olsun sancısı olana, sancılanana, sancısının acısını tüm hücrelerinde hisseden, sistemin uyuşturamadığı uyanık bahtiyarlara...

Tüm uyuyanları uyandırmak için, uyanık kalmak için direnen, Nebi ve Resullerin, sıddıkların, şehitlerin azmiyle bilenenlere...

Bilenle, bilmeyenin asla bir olmadığını belleğine kazıyan, bilmenin sancısını, bilmemenin rahatlığına tercih edenlere...

Sancı çekmeyi, öncülerden öğrenenlere...

Sahi nasıl sancı çekmişti onlar? 

Hz. Adem; bir günahın sancısını, bin yıl çekmişti. Bu sancı, onu yeniden Rabbin af ve mağfiretine götürmüştü...

“Büyük pişmanlık duyan Âdem, Rabbinden birtakım kelimeler öğrenip onlara göre hareket etti. Rabbine yalvardı. Allah da tövbesini kabul etti. Zaten O tövbeyi kabul eder, merhameti boldur.”(Bakara,37) 

Hz. Nuh; insanlar şirk denizinde asice yüzerken, karada kurtuluş gemisini inşa etti.  Susuz topraklarda, gemiyi yüzdürecek sebeplerin sahibi müsebbibül esbaba sığınarak... Tevekkül ve itaatle...Tüm kem gözlere ve sözlere karşı, bir kutlu sancıyı öyle 5-10 yıl değil ,950 yıl taşıdı bağrında...

“Vaktiyle biz Nuh’u kendi kavmine resul olarak göndermiştik. Nuh, bin yıldan elli yıl daha az bir süreyle onların arasında kaldı. Sonunda zulümlerini sürdürürlerken onları tufan yakaladı.

Fakat biz Nuh’u ve gemidekileri kurtardık ve bunu bütün insanlık için bir ibret yaptık.’’ (Ankebut,14-15) 

Hz. İbrahim; arayış sancısı adanmışlığa, adanmışlığı Tevhidi kıyama taşıyan, gerekirse ciğerparesini feda edecek kadar Rabbine teslim olan ulu Peygamber... Bir ulvi sancı uğruna, nar'a düşen, sonra Halilullah mertebesiyle sonsuz nura gark olan...

Hz. Yusuf; kardeşin kalleşliğini af ile iftirayı metanetle, zindanı teslimiyetle karşılayan, sancısını sabırla sarıp sarmalayan, güzel Peygamber... Sancıyla başlayan, sabırla devam eden, özel ikramlarla taçlanan en güzel hikayenin kahramanı...

''Şanım hakkı için, Yusuf ve kardeşlerinin kıssasında, ibret arayanlar için çok alâmetler vardır.''(Yusuf,7)

Hz. Eyyub; önce var olan, sonra bir bir alınan, mal, evlat, sağlık nimetlerinin, yokluk sancısıyla imtihan edilen sabır abidesi. Verilirken şükretmeyi, alınınca sabretmeyi öğreten sabır Peygamberi...

''.....Doğrusu biz onu sabırlı bulduk. O ne güzel kuldu!  Yönü hep Allah'a dönüktü...” (Sad,44 )

Hz. Lut; yaşadığı toplumun, ailesinin, akrabalarının kirlenmesine, günaha-sapkınlığa batmasına acı içinde tanık olan, kirlenenlere karşı temiz kalmanın sancısını mücadelesiyle gösteren mahzun ama kudretli Peygamber... 

''Lut’ a da hüküm/hikmet ve ilim verdik. Onu habis eylemlerde bulunan o şehirden (ve halkından) kurtardık. Şüphesiz ki onlar, fasıklar(dan oluşan), kötü bir kavimdiler. ''(Enbiya, 74) 

Allah'ın (c.c) selamı adı geçen ve burada zikredemediğimiz tüm Peygamberlerin üzerine olsun...

Ve tabi Hz. Muhammed (s.a.v)... 63 yıllık ömründe çektiği nice acılar ve sancılar var...  Hayatında acılanmadığı, sancılanmadığı bir şey kalmamıştır adeta. Habibullah olmuştur, en Sevgili...

Ayrıca, bir ümmetin ve dahi tüm insanlığın iki dünyasının kurtuluşu için nasıl sancı çekilir göstermiştir bizlere, siretiyle-sünnetiyle...

“…Rasûl size ne verdiyse onu alın! Size neyi yasakladıysa ondan da kaçının ve Allah’tan korkun! Çünkü Allah’ın azabı şiddetlidir.(Haşr, 7)

Önden gidenlerden biliriz ki sancı; varlığın, vicdanın delilidir. Çırpınıştır, silkeleniştir, mücadeledir.

Sancı; harekettir, berekettir.

Sancı yoksa sıkıntı vardır!

Varlık yoktur, yokluk vardır...