Mart ayında, ilk covit-19 vakasının ülkemizde ortaya çıkmasıyla beraber gelişen sürecin, bu boyutlara geleceğini kimse tahmin edemezdi.

      Üstelik halâ devam eden bu sürecin sonucunu kestiremiyoruz. Sağlık Bakanı; 'tünelin sonu gözüktü' dese de, var olan tablo bu tünelin sonuna öyle hemencecik ulaşamayacağımızı gösteriyor.

     Tüm dünya pandemiye hazırlıksız yakalandı. Ancak herkes aynı oranda etkilenmedi elbette. Güç, sermaye, teknik imkânları daha elverişli olan kurumlar, daha çabuk toparlanıp belli stratejiler üzerinden, kendilerince süreci daha az zararsız geçirmenin yollarını buldular.

Saydığımız imkânlardan yoksun olanlar ise, maalesef süreçten hem psikolojik hem de sosyolojik olarak olumsuz etkilendiler.

    Bilhassa, iman nuruyla aydınlanmış, salih amelle imanlarını korumaya çalışan, asrın selamet güvercinleri olan mübelliğ kardeşlerimizin, sadece rızay-ı İlahi uğruna yaptıkları tebliğ ve irşad çalışmaları...

Gerçi tarih boyunca bu misyonu yüklenen fedakâr insanlar her türlü imtihanla karşılaşmışlardır. Ne zindanlar, ne hicretler, ne tecritler yıldırmamıştır onları.  Hatta en tatlı olan canlarından ve kıymetlilerinden bile vazgeçebilmişlerdir bu uğurda. İnanıyoruz ki, şimdi de sevdasında samimi,  davasında kararlı, istikametinde azimli olan ihlaslı tebliğciler için bu böyledir.

Yine aynı şekilde, pandemi ve pandemi koşulları da yıldırmayacaktır!

       Fakat son yaşadığımız pandemi sürecini tüm boyutlarıyla ele alacak olursak, daha önce çok da alışkın olmadığımız bazı imtihanları içinde barındırdığını kabul etmek gerekecek.

Özellikle sosyal izolasyon kurallarının abartılıp,  tabu haline getirilmesi..

Sosyal mesafe, hijyen, temizlik derken, büsbütün kopan bağlar bunun en düşündürücü sonuçlarından...

   Elbette dikkatli ve tedbirli olmak şarttır. Ancak bu hususta da denge gerekir. AVM'leri, parkları, pazarları, düğünleri, piknik alanlarını dolduran insanlara,' bu pandemide neden buradasınız?' diye sorulsa, ihtiyaç-gereklilik gibi kelimeler muhakkak zikredilir. Keza 'önlemimizi alıp geldik' derler.

Ancak söz konusu Allah (c.c) rızası için, önlem alarak -gerekli tedbirler alınarak- bir araya gelmek olsa, hemen pandemi geliveriyor akıllara.

Hâl böyle olunca; 'o halde evimde oturayım' kimseyle görüşmeyeyim diyerek kabuğuna çekilen ilim ehli ve tebliğ ehli çok kardeşimiz oluyor.

Oysa bu durum bir süre sonra şeytanın sağdan yanaşmasıyla rehavete ve atalete düşürebilir.

     Tebliğcileri rehavete düşmüş bir toplumun, sefahate düşmesi ise kaçınılmazdır!

Bu durumda 'sosyal medya daha etkin kullanılırsa yeterli olmaz mı?' diye düşünebiliriz. Elbette bu kulvarda alternatifler olmalıdır. Zaten bu şekilde çok güzel hizmetler oluyor, kıymetini bilen için.  Ancak bu asla yeterli olmayacaktır. En büyük örneği; onca imkânı ve altyapısına rağmen MEB'in EBA üzerinden yaptığı çalışmalardır. Sonuç ortada, fazla söze hacet yok.

Sosyal medyasız, sosyal mesafeli birebir görüşmeler her zaman daha tesirli olacaktır. Velev ki,  arada iki metre, yüzde maske olsun. Bir çift dost bakış, bir tatlı nasihat nice güzelliklere kapı aralar...

İnsanların kağıt oynattırmak, için bile alternatifler ürettikleri şu günlerde, bir ayetin, bir hadisin, hakikatten yana bir kelâmın tebliği nasıl yapılmalı diye, kafa yormalı samimi tebliğciler!

Yoksa tek yaşamaya alıştırılan, çekirdek ailesiyle yetinen, planları, hedefleri tekil olan bireylere dönüşmek var işin ucunda...

 Basit bir iki örnekle anlatılamayacak, tekilleşme temayülü tehlikesini savabilmek için, tedbir ve rehaveti, sabır ve ataleti iyi ayırt edelim.

Rabbimiz ipine topluca sarılmamızı istiyor. Tekil olarak ne kadar sıkı sarılırsak sarılalım yetmeyecektir!

“Hep birlikte Allah‘ın ipine (İslam’a) sımsıkı yapışın. Dağılıp parçalanmayın.” (Ali İmran/103)