İbret alınmayan tarihin  tekerrür etmek gibi bir özelliği vardır maalesef.  Üstelik  bazı tarihi olaylar ibrete dair mülahazalardan çok daha fazlasını ifade eder. Sabra ve Şatilla katliamı bunlardan sadece bir tanesi.

Bundan 38 yıl önce, takvim yapraklarının 16 Eylül 1982' yi gösterdiği  hazan mevsiminin o mahzun günü asla unutulmayacak ve izleri silinmeyecek bir katliama şahitlik etmişti.

Tecavüz,  işkence, katliam...

40 saat süren bu zulme 1982' nin 17' si ve 18' ide aynı hüzün ve çaresizlikle şahitlik etmişlerdi.

 Evet! İsrail, 38 yıl önce Lübnan’ın  Beyrut kentindeki Sabra ve Şatilla Filistin göçmen kamplarına saldırarak büyük bir katliam gerçekleştirmişti. Lübnan’da faaliyet gösteren Hristiyan Falanjistlerin  desteğindeki katliamda 3000’e yakın, çoğu kadın ve çocuklardan oluşan mazlum  katledilmişti.

Filistinli kaynaklar ise bu katliamda en az 7000 kişinin acımasızca öldürüldüğünü söylüyor.

Bıçaklar,  baltalar ve silahlarla! 

Oysa Batı Beyrut’ta bulunan, Sabra ve Şatilla göçmen kampları, ABD, Fransa, İngiltere gibi devletlerin “koruması (!) altındaymış'' o vakitlerde...

Aslında ikiyüzlü Batı' nın çirkin,  zalim ve kaypak yüzünü göstermeye bu bile yeter!

 Saldırıları bizzat komuta eden, İslam’a ve Müslümanlara olan kin ve nefreti hararetlendiren, yıllar  sonra İsrail başbakanı  olarak taltif edilen  ve bu katliam nedeniyle “Beyrut kasabı” diye anılan kişi Ariel Şaron' dan başkası değildi elbette.

Daha çok cürüm daha çok cinayet işlensin, hareket eden her canlı bu acıyı tatsın, gecenin karanlığı bile bu mazlumlara siper olmasın diye aydınlatma fişeklerini birbiri ardına atan bu zalimin daha ahiret azabı gelmeden nasıl yüzü kararmış ve nasıl meymenetsiz bir halde, çaresiz ve tiksindirici haliyle ebedi aleme gittiğini gördü tüm dünya, Elhamdulillah...

''Mazlumun ahı, indirir şahı!'' diye boşuna söylememişler...

Fakat acı bir hakikat vardır; bir zalim gider bir zalim gelir.

En çok yaralayan ise bu zalimlerin yardımcıları/ işbirlikçileri ise, yine kendi kardeşlerine ihanet eden hainlerdir...

Geçtiğimiz günlerde İsrail, BAE, Bahreyn ve ABD arasında imzalanan anlaşma bunun en büyük kanıtı.

İki zalimin yanında, senaryosu önceden yazılmış bir filmin ucuz figüranlarıydılar; Bahreyn ve BAE' nin temsilcileri.

Gerçi hakkını yememek lazım (!) BAE Dışişleri Bakanı Abdullah Bin Zayed' in Hollywood aktörlerini aratmayacak ekstra sempatik adam (!) performansı, ihanet jürisi tarafından mutlaka değerlendirilmelidir!

  Ancak bu çileden çıkaran acı tablo karşısında,  Sabra ve Şatilla Katliamı sonrası  Filistinli şair Mahmud Derviş'in,  “Beyrut Kasidesi” adlı şiirindeki dizeler geliyor aklımıza. Dizeler; kuşatmayı, yaşanan katliamı ve bu zulümde payı olan Arap devletlerinin ihanetini özetliyor:

 

“Kardeşin yok ki kardeşim

Yok ki arkadaşların, sarayların

Susuz, göksüz, kansız ve ilaçsızsın.

Yok ki arkan senin ve de önün

Kuşat kuşatmanı, çaresi yok…

Şair hissiyatının verdiği haleti ruhiyeyle her ne kadar çaresizliği işaret etse de, bu katliamdan sonra imanlı yürekler yeniden toparlanmış ve Siyonizmle uşakları İntifada'nın sillesini yemişlerdir.

Allah var gam yok, Allah var imkân çok diyen azizlerin eliyle..

 Mazlumla arasına perde koymayan Rahman elbette perdelenen tüm zulümleri, ihanetleri ve perde arkasından organize edilen hesapları ve oyunları bozmaya kadirdir. Rabbimizden diliyoruz ki; bir daha zalimlere ve hainlere fırsat vermesin. Yüzyılın İhanet anlaşmasındaki entrikalarında kendileri boğulsunlar. Trump'ın hainler huzurunda küstahça tasvir ettiği yalancı şafak, ebedi karanlıkları olsun...

Barış çemberi diye yutturmaya çalıştıkları savaş çemberi onlar için ateş çemberi olsun...

Ve Rabbimiz bu Ümmet' in azizlerine intikamı alınmayan Sabra ve Şatilla'ların hakkını ödetmeyi nasip etsin...

Zalim ve hainlerin en kısa zamanda heybetli ve bereketli bir  intifada sillesi yemesi duasıyla...