Bir yandan, bitmek bilmeyen, birinci dalgasından doğrulmadan, ikinci dalgasından söz ettiğimiz salgın hastalık, bir yandan depremler ve birbirinden farklı imtihanlar, tefekkür kabiliyetini yitirmeyen birçok insanı derin derin düşündürüyordur muhakkak.

Kafalarda ise, biriken yığınla sorular...

Dünyanın sonuna mı geldik acaba?

Hayatımız eski rutinine döner mi?

Bütün bunlar günahlarımızın bedeli mi?

Korku ve endişenin baskın olacağı yeni dünya düzeninde, nasıl bir duruşum olmalı?

Bunlar ve bunlara ekleyeceğimiz yığınla sorular...

Kuşkusuz her birinin cevabını herkes kendi doğruları üzerinden, kafasında bir şekilde cevaplıyordur. Fakat en doğrusunu Allah Azze ve Celle bilir.

Ancak herkesin üzerinde ittifak ettiği bir sonuç var; tüm dünya isyan, gaflet ve zulümlerle, bu sonuca davetiye çıkardı adeta. İsyan çok ve maalesef itaat, şükür kıyas edilemeyecek oranda az...

“Doğrusu sizi yeryüzüne yerleştirdik ve orada size geçim vasıtaları verdik. Ne kadar da az şükrediyorsunuz!”(Araf,10)

Bizi bizden daha güzel tanıyan Rabbimiz böyle buyuruyor.

Esasen, yeryüzünün halifesi olan, dünyayı işleyip mamur etmek için seçilen, akıl ve iradesiyle diğer tüm canlılara karşı üstün kılınan insan, hemen her konuda boyunu aşan zulüm ve isyanıyla tehlikeli sulara girmiştir. Cehaleti ve gafleti ile Rabbin gazabını celbedecek boyutlara ulaşmıştır dersek, abartmış olmayız herhalde...

İsyan-itaat, nankörlük-şükür gibi birbirine zıt kavramları değerlendirirken aklımız hep başka yerlere gitmesin. Ortada bir suç varsa bu suça herkes ortaktır. Hepimiz aynı gemideyiz, gemi su alıyorsa bunun öncesi, şimdisi, sonrası hepimizi bağlar.

İsyan ve şikâyet kültürü tüm insanlığı etkisi altına almış durumda. Bu nedenle en ufak imtihanlarda dahi ağlamalar, sızlanmalar...

“Ben hüznümü ve kederimi ancak Allah' a arz ederim...”(Yusuf, 86)

Düsturunu bırakıp, hâşâ kula Rabbini şikâyet etmeler. Hepsi ve daha fazlası ne kadar az şükrediyor oluşumuzun ispatı.

“De ki: "Sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve kalpler veren O’dur. Ne az şükrediyorsunuz!” (Mülk,23)

Rabbimizin verdiği nimetleri saymak mümkün değil.

Peki nasıl hakkıyla şükrederiz?

Bakın bu cevabı, Cüneyd-i Bağdâdî (r.a) nasıl yanıtlıyor...

Cüneyd-i Bağdâdî henüz yedi yaşındayken, hocası ile beraber hacca gitmişti. Mescid-i Haram’da 400 kadar ulemâdan büyük zâtlar toplanmışlar, şükür hakkında konuşuyorlardı. Herkes şükür hakkında bir şeyler söylüyor, şükre kâmil bir tarif getirmeye çalışıyorlardı. Uzun konuşmalar sonunda 400 değişik fikir çıkmasına rağmen, herkesi tatmin edecek bir şey söyleyebilen olmamıştı.

Hocası, yanındaki Cüneyd-i Bağdâdî’ye dedi ki:

“Mâdem ki buradasın, sen de bir şeyler söyle!”

Cüneyd-i Bağdâdî şöyle dedi:

“Şükür, Allahü Teâlâ’nın ihsan ettiği nimet ile O’na isyan etmemektir.”

Orada bulunanların hepsi şaşırıp dediler ki:

“Seni tebrik ederiz, maksadı en güzel sen tarif ettin. Ancak bu kadar tarif olurdu.’’

Dünya'nın durumu bundan sonra ne olur, gelen günler gidenleri aratır mı bilemeyiz elbette. Gaybı bilen Rabbimizdir. Ancak duruşumuz ve stratejimiz bellidir; isyandan ve nankörlükten uzak durmak, şükrün ifasını hakkıyla yapıp itaat üzere sadık kul olmak. “O’nun ihsan ettiği nimetlerle O’na isyan etmemek!”

Sultanlığının Azametine, Zat’ının Celali'ne layık hamd ve şükür O'na mahsustur...