Birçok insanın umutla beklediği infaz düzenlemesini içeren kanun ile bazı kanunlarda değişiklik yapılmasına dair kanun teklifi, jet hızıyla TBMM Genel Kurulunda kabul edilerek yasalaştı Nisan ayında. Binlerce insan cezaevlerinden çıkarıldı.

Fakat ‘genç evlilik' mağdurları ve haksız yere hukuksuz bir şekilde hürriyetleri ellerinden alınan birçok mazlumun halâ cezaevinde oluşu, vicdanları sızlatmış yürekleri burkmuştu. Böylece gözü yollarda kalan nice ailenin umudu yine gölgelenmişti.

Acaba, bu süreçte bizim için de bir gelişme olur mu, diye bekleyenler içinse umutlu bekleyiş, corona virüs salgını nedeniyle yargı çalışanlarının toplu izne çıkmasıyla 30 Nisan sonrasına kalmıştı.

Umut bu ya, bazen imkânsız gibi görünen, en ufak bir olasılık bile kişiyi büyük bir bekleyiş içine sokabiliyor. Hele bu beklenen; bir eş, bir baba veya evlatsa...

Bu nedenle şu cümle kim bilir kaç kişinin aklından geçti; acaba bu bayram, bayramımız bayram olur mu...?

Belki kimi, acı acı gülerek şöyle söyleyecek; “yıllardır adaletin tecelli etmediği davalar, şu kısacık zamanda mı çözülecek?”

Haklı olabilirler de... Ama dedik ya, umut bu işte, bazen olmayan gökyüzünde uçurtma uçurtmak ister, özgürce uçan güvercinler eşliğinde...

Umut edenlerin vaziyeti bu iken, geçen gün Cumhurbaşkanı’nın yaptığı açıklama, bu umutlu bekleyişlere şahitlik eden her insanı derin derin düşündürdü.

Şöyle söylüyordu Cumhurbaşkanı, “Berber, kuaför, güzellik salonu gibi işletmeler 11 Mayıs'ta faaliyete geçebilecek. Alışveriş merkezleri 11 Mayıs'tan itibaren hizmet vermeye başlayabilecek...”

Sonrasında şöyle bir açıklama da geldi:

“Adliyeler, ara verilen duruşma, keşif, yargı süresi, uzlaştırmacı görevlendirmesi, icra-iflas takiplerinin durdurulması uygulamaları 15 Haziran'da sona erecek.”

11 Mayıs ve 15 Haziran...

Öncelenen ve ötelenen!

Yani?

Yanisi şöyle mi acaba? Saç, baş, bıyık, sakal bekleyemez. Fakat, hak-hukuk biraz daha bekleyebilir.

Saç-sakal taransın, içerdekiler biraz daha, saç-sakal ağartsın!

Saçlar boyansın, kaşlar alınsın, fönler çekilsin, varsın eşini bekleyen kadınlar biraz daha ah çeksin!

Çok acımasız bir eleştiri olduğunu düşünenler olabilir. Bu eleştirileri Kovid-19’la mücadele kapsamında başarılı hizmetleri görememek olarak da değerlendirenler olabilir. Oysa asla durum bu değil.

Ortada hak-hukuk ve adalet noktasında mağdur insanlar var. Bu apayrı bir konu. Ve bu mağduriyetler öncelikler arasında yer almalıydı.

Çünkü mazlumun gözyaşları Kovid-19 virüsünden daha yıkıcıdır!

Mazlumun ahı, Kovid hastasının nefesinden daha yakıcıdır!

Bu nedenle, etkili ve yetkili kişiler, ehem ve mühim arasındaki farkı hikmetle kavramak zorundadır.

Bazıları şöyle söyleyebilir, bu sektörlerden ekmek yiyen insanlar var. Amacımız kimsenin işine, gücüne, ekmeğine karışmak değil elbette. İşin ekonomik boyutunu, okullar, camiler kapalıyken, bu işletmelerin açılma aciliyetini (!) işin uzmanları ayrıca konuşur. Fakat biz, dönen kapital çarkların sesi arasından, babasını görüş kabininde görünce yüreği endişe ve hızla, pıt pıt atan küçük bir yüreğin sesini duyabiliyor ve ayırt edebiliyorsak, bizlere gösterilen binlerce tablo arasından, dünyaya hüzünle perdelenmiş gözlerle bakan bir eşin bakışlarını fark edebiliyorsak kimse suçlamasın bizi...

Bu ve benzeri imtihanları tam anlamıyla yaşayanlar ve şahit olanlar anlarlar muhakkak.

Emine Erdoğan'ın yıllar önce, Tayyip Erdoğan'ı cezaevine yolcularken döktüğü sicim gibi gözyaşlarında aynı ızdırap vardı. Bakışlarında aynı hüzün. Evlatlarının kalplerindeki ritim, aynı acının ritmiydi...

Unutan veya hatırlamaya ihtiyacı olanlar  için, ne güzel söylemiş Sezai Karakoç:

“Bütün lambalar sönmüş olsa bile, hatıra lambası yanmaktadır.”

Ve yaşamadığı imtihanı anlamayanlar için:

 “Ey zindanda bir gece geçirmemiş dost, güneşe doğru çılgın koşuşu yapacak çocuk olabilecek misin? Ey yükseklerden büyük seslerle düşen su, bu yalçın kayalara bir şelâle borçlu olduğunu biliyor musun?’’