Daha çok küçük yaşlarda tanıştığımız derin manalı iki kelimedir varlık ve yokluk. İlkin masallarda tanışırız; “bir varmış bir yokmuş” diye başlayıp uzayıp giden masallarda varlık ve yokluk alemine dair çocuksu muhayyileler gezinir iç dünyamızda. Sonraları varlık ile yokluk hakkında yaşama dair müşahhas tecrübelerimiz olur. Varlık ve yokluk kelimeleri her birimizde farklı çağrışımlar oluşturur.

Çünkü varlık ve yokluğa dair herkes kendi bakış açısına göre bir kanaat geliştirmiştir. Ayrıca varlık felsefesi başlığıyla çok şey söylenmiş, yoklukta bu hakikatin içinde yorumlanmış ve varlık felsefesi içinde kendine yer bulmuştur.

Meseleye farklı bir bakış açısıyla bakıp, daha soyut ve tasavvufi yorumlayanlar ise varlığın yolunun yok olmaktan geçtiği kanaatini dillendirip/yüreklendirmişlerdir. Bir şey olmadan hiç olmak gerek tezini kabul etmişlerdir. Katılan olmuş/katılmayan olmuş...

Belki bu minvalde varlık ve yokluk hakkında daha çok şey söylenebilir ancak, bizzat yaşadığımız zaman dilimi içinde, göze batan-cana batan başka hakikatleri çağrıştırır oldu bu derin anlamlı iki kelime.

Aslında var iken, yok olanlar sayesinde.

Var gibi görünüp, yokluklarının hüznünü tattıranlar sayesinde.

Mevcut içinde yer alıp, vücut bulamayanlar sayesinde.

Varlıklarıyla mesrur edebilecekken, yokluklarıyla mahzun edenler sayesinde.

İşi daha da kronikleştiren ise, var sandığımız halde pasif kalarak; etkisiz-tepkisiz-eylemsiz ve mesafeli kalarak aslında yok olan ama varmış gibi görünenler.

Yani: Varlık sahasını işgal edenler. Hem işgal edip hem de varlık sahasına kalelerini inşa edenler. Bununla da kalmayarak kaleye yokluk sancağını dikenler.

Keşke bununla kalsa! Ama kalmıyor tabi. Yokluk perdesini yırtıp varlığını sadece konuşarak ya da eleştirerek gösterenler var.

Tıpkı Şehit Seyyid Kutub'un ifade ettiği gibi:

‘’Konuşmak, sürekli konuşmak... Çoğu zaman içine düştüğümüz abes durumlardan biridir bu...’’

Lafla peynir gemisi yürümüyor. Lafla peynir gemisi yürüteceğini sananlar; ancak, yürüyen peynir gemilerinde koca bir gedik açılmasına neden oluyorlar. Gemi su alınca bir varmış bir yokmuşla başlayan masal kahramanlarına dönüyor var olan da/yok olan da…

Mevcut vücuda kan olmayınca, vücut can bulmuyor.

Mevcut işe su koyuverince, vücut ortada sersefil kalıyor.

O halde mevcut olan vücutta olmalıdır. Aksi halde varlığını nasıl ispatlar?

Var mısın? Yok musun? Hesabında, yok sayılmaz mı?

Kuşkusuz, varlığın ispatı vücut kitle endeksi değil, ihlasla çalışma gayreti ve bereketidir.

Eskiler boşuna dememişler; “Yiğit isen işte görek!”

Amma, işin doğrusu bu olsa da hayatın gerçeği bu değil.

Bazen de varlık sahasının yeterince dolu olduğunu düşünenler olabiliyor. Ben olmasam ne olur ki? Yokluğum fark edilmez bile diye kendine telkin verenler. Günümüzde hemen her konuda izhar olmaktan hoşlanan insan modelinin ne hikmetse(!) hizmet yolunda tevazulu olacağı tutuyor. Hiçlik(!) libasını kuşanmayı tercih ediyor. Ya da böyle davranmayı belli nedenlerden dolayı şeytan aleyhillane telkin ediyor.

Hani, padişahın biri halkına emreder ve gece sabaha kadar herkesin şehrin büyük havuzuna bir kova süt koymasını emreder. Gece boyu şehirde bir hareketlilik bir seferberlik başlar. İnekler sağılır, sütler kovalara doldurulur. Adamın biri de şöyle düşünür; nasıl olsa herkes süt koyacak havuza. Ben su koyuvereyim kimse anlamaz. Derken sabah olur ve padişah havuzu görmek ister. Bir bakar ki, havuzun içi su dolu. Tek bir kova süt bile yoktur.

Anlaşılan herkes malum adam gibi düşünmüştür...

Var olanlar için de benim yokluğum anlaşılmaz diyenler şunu unutmamalı ki, Alemlerin Rabbi olan, Allah Azze ve Celle kim ‘vardır’ kim ‘yoktur’ çok iyi bilir. Varlık göstermesi gereken yerde yokluğu tercih edenleri, varlık sahasını işgal edip, varmış gibi görünen, ancak bir yaraya merhem olmaya yanaşmayanları da çok iyi bilendir.

Okçular tepesi dediğimizde bizlerde karşılık bulan ibretli hakikatler vardır. Şunu da eklersek faydası olur zararı olmaz.

Uhud savaşında yaşanan hezimet; okçular tepesinde var olması gerekirken, tepeyi yokluklarıyla öksüz bırakanlar sayesindedir.

Hal böyle olunca tepede varlık gösteren on kişi ne yapsın?

O halde varlık sahasını boş yere işgal etmek değil, dolu dolu imar etmek şiarımız olmalıdır.