İstifçilik bir tür biriktirme hastalığıdır. Gerekli gereksiz her şeyi, bir gün lazım olur düşüncesiyle yığmak ve nihayetinde ihtiyaç duyduğu eşyayı, ortaya çıkan istif ve dağınıklık sebebiyle bulamamak. Çıkarılması gerekenleri çıkaramamak ve hayatı sürekli toplama işlemiyle götürmeye çalışırken yaşam alanını tüketip işlevsiz kalmak.

Genelde istifçi insanları, kendilerini anlatan özel haberlerde izleriz. Çöp evlerinin içinde, toplayıp yığdıkları eşyalar arasında acınacak halde tedaviye muhtaç olan insanlar olarak kabul ederiz.

Kuşkusuz hiç bir istifçi işin başında bu duruma geleceğini tahmin bile edemezdi. Önce bir parça sonra bir parça derken etraflarına baktıklarında yığınla eşya.

Atılamaz mı?

Hayır, asla!

Çıkarılamaz mı?

Katiyen olmaz!

Peki neden?

Çünkü hepsinin özel bir kıymeti ve hikâyesi vardır. Hatıralarında yer etmiş, yaşanmışlıklarına tanıklık etmişlerdir. Bu nedenle, onlarsız olmaz düşüncesi kazık gibi çakılmıştır beyinlerine.

Zaman-değer ve eşya arasındaki ilişkiyi hastalıklı bir ruh haliyle değerlendirip bu şekilde bağlantı kurarken, ne yazık ki en kuvvetli yaşam bağlarını keserler ve en değerli olan hürriyetlerini tüketip eşyanın kölesi haline gelirler.

Peki, bu hikâye biraz tanıdık gelmiyor mu?

Yaşadığı her kırgınlığı, girdiği her gerginliği, tattığı her haksızlığı, duyduğu her acı sözü, kendisine kem gözle bakan gözü asla unutmayan, her birine gereğinden fazla özel bir mana katan insanların istifçi insanlardan ne farkı var?

Biri eşyayı istif eder dünyasına diğeri olumsuz düşüncelerini istif eder zihnine. Böylece ‘zihinsel İstifçilik` dediğimiz şey meydana gelir.

Her şeyi yığmak- af ve müsamaha yoluna gitmemek, kırgınlıklarını-kızgınlıklarını her daim canlı tutmak, polemik yaşadığı insanları kalbinin kara listesine yazıp tekrar tekrar okumak ve zihninde her olayı her olguyu sağlıksız ve hastalıklı bir şekilde istiflemek nihayetinde zihni doldurmak ve dondurmak.

Bu istifleme kazanç yerine zarar ve ziyandan başka bir şey getirmez haliyle. ‘Acı hatıralarım ‘dedikleri çoğu hatıraya, hastalıklı şizofren hayallerin, yanlış tespitler yaptırdığını fark edemezler bu istifçiler ve manevi iflasın eşiğine gelirler.

Boşuna dememişler;

‘Müflis tüccar eski defterleri karıştırırmış.`

Çünkü zihinsel istifçiler; geçmişten kurtulamadıkları için ‘an` yani şimdiki zamanı israf ederler. Bu sağlıksız durum nedeniyle geleceğe karşı karamsar ve insanlara karşı da oldukça güvensizdirler.

Kuşku, kuruntu, vesvese ve zan yaşamsal her olguyu değerlendirirken başvurdukları yegâne ölçü haline gelir. Yaşanmışlıklarını sırtlarında kambur gibi her yere taşırlar. Geçirdikleri imtihan evrelerinden sağlıklı geçemediklerinden, sinelerindeki yorgunluk onları soğuk ve somurtkan kılar. Sevmek- saygı duymak -karşısındakini anlamak-tanımaya çalışmak yerine, sorgulamak-yargılamak ve hep kendini anlatmak-tanıtmak eğilimi hâkimdir onlarda.

Kendileriyle bir iş tutulacak olsa bütün bu olumsuzluklar, engeller silsilesini oluşturmaya yeter. Bir ünsiyet kurma çabasına girişilse ta yolun başında istif yığınları(!) ayağa takılı verir.

Bu hâlleriyle hem kendilerini hem de çevrelerindeki insanları da huzursuz ederler. İlim sahibi olmaları, potansiyel sahibi olmaları ve birçok meziyete sahip olmaları bu gerçeği değiştirmez. Zira insana verilen en büyük nimet akıldır. Zihinsel istifçilik ise aklı kirletip bulandırır hatta devre dışı bırakır. Oysa Kur`an-ı Kerim, akıl nimetini kullananların temiz akıl sahipleri olduğunu beyan ediyor.

‘`Deki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu? Şüphesiz temiz akıl sahipleri öğüt alıp-düşünürler.``(Zümer/9)

Akıl nimeti gidince geriye kalan her meziyet, eziyetten başka bir şey olmuyor. Öğütte kâr etmiyor.

Rabbimiz razı olmadığı her türlü maddi-manevi istifçilikten bizleri muhafaza buyursun. Zira her insan az- biraz istifçidir.