Öyle yatırımlar vardır ki, milyar dolarlar sermaye edilir. Öyle yatırımlar vardır ki, mevki ve makamlar ortaya konur...
Ama öyle yatırımlar da vardır ki; ne milyarlar ne mevki-makam yoktur ortada. O yatırımların sermayesinde ise yürek vardır...
Ortaya konur; hesapsızca-menfaat beklemeksizin-delicesine... Allah`a dayanılmış, en güzel tevekkülün zirvesinde, dostluğun verdiği sükûnet ve güvenin emniyetinde ‘Veli'cesine...
Öyle bir yürek ki; çelik gibi sağlam, okyanus misali engin, güneş kadar kuşatıcı ve alınan nefes kadar değerli...
Çakallar arzı endam edip, türlü tilkiliklerle mü'minler şaşkın bırakılmışken, mazlum yuvaların damlarına baykuşlar tünemiş, aç kurtlar iştahla beklerken; kurtlar sofrasına yem olanları alıp çeken o yürektir... Şaşkın ve ümitsiz bir o kadar da amaçsız kalmışlara yön verendir, ‘Rehber' olandır o yürek...
“Kelimelerinin altına yüreğini koyanın, ulaşamayacağı yer yoktur.” sözünün sanki ilhamıdır.
Yağmur demeden, çamur demeden, imkân demeden, var mı yok mu demeden; yürek sermayesini kâra geçirendir...
Sonra zaman şahitlik eder; bir yürek on oluverir, on olan yüz, yüz olan bin ve yüz binlerce yürek...
“Kalplerdeki gizliyi bilen Allah, İslam için mücadele veren, bu uğurda belalara, musibetlere duçar olanları hiç unutur mu?” bilincinde, yüreğinin harcına ihlası -adımlarının gücüne cesareti- bakışlarının özüne fedakârlığı -gündemlerinin ilk sırasına davayı- önlerine Muhammed Mustafa'yı (s.a.v), ellerine El-Kitab'ı alan binlerce yürek...
Değil mi ki, El-Hafî olandan hiç bir şey saklı kalmaz! Görülmeyenleri görür El-Basir! İşitilmeyenleri işitir Es-Semi! Garip olanları, ümmetin yetimi olanları Rab'leri bilsin kâfi...
Es-Selam'ın adıyla, her şehre, her köye, her mahalleye, her haneye ve her yüreğe nakşettiler İslam`ı... Lisanı hâl ve lisanı kâl ile...
“Bizler kitap yazmaktan ziyade, her birimizin hayatının kitap gibi olması gerekir. Öyle bir hayat yaşamalıyız ki, bizlerin bu hayatını okuyanlar önemli bir kitap okumuş gibi kendisine dersler çıkarmalıdır.” Prensibiyle hareket edip, destansı mücadeleleriyle, henüz yazılmamışlar, daha okunmamışlar cinsinden kitaplar yazdılar... Rahat koltuklarında yazanlara ibret... Kimi şehadeti yazdı, kimi hicreti... Kimi hücre duvarlarına kazıdı dayanılmaz işkenceleri... Kimi sabrın ve mücadelenin vücuda gelmiş hali gibi, tarihe kaydetti destanını...
Çünkü onlar hep şu hakikati nasihat ettiler birbirlerine; “Kendi hayatınızı başıboş akranlarınızın hayatı ile kıyaslamayın, dava adamlarının hayatı ile kıyaslayın...”
Kıyas bu ölçüyle yapılınca, tüm dünyalıklar anlamını yitirdi onlar için. Evler, kadınlar, mallar, arabalar kârlı bir ticarette takas edildi rızayı İlahi için... Zaten olması gereken de bu değil miydi?
Yüreklerinin tahtına tevhidi oturtanlardı onlar... Oturmayı sevmeyenler... Allah içinse eğer; soğuğu sıcağa -açlığı tokluğa- eziyeti rahata tercih edenler... Dikenli yollarda ayakları, dikenli sözlerle yürekleri kanayanlardı onlar...
Gözyaşlarıyla tevekkül edip bu söze kanaat edenlerdi;
“Allah mü'min kullarını hiçbir zaman yalnız bırakmaz. Kendi yolunda, mücadele edenlere hidayet yollarını gösterir. İmtihan eder fakat en kritik ve muhtaç anlarında salih kullarını mucize ve ikramlarıyla himayesine alır.”
Allah'ın himayesi varsa gerisi teferruattı zaten... Bundan sonra ise “Şehadet en büyük aşk, şehid ise en büyük aşıktı.”
Zemheri Şubat'ların soluğuyla söndürülemeyen Ocak'lara kıvılcım olup, Ümmet Davasını ve Vahdet Sevdasını yüreğinde taşıyıp yaşatanlara selam olsun...