Hamd olsun âlemlerin Rabbine… Salât ve selam olsun o yüce Rabbin pak Rasûlüne…

Aylardan Muharrem… Şu rivayet, bu rivayet bir kenara; en sahih ifadelerle Hz. Musa`nın Firavun`dan kurtulduğu ve Hz. Huseyn`in şehid edildiği aydır Muharrem. Bunun dışındakilerse; neyse…

Bir de aşure tatlımız var bu aya has adet haline getirilen; hatta âdetin de ötesinde ibadete dönüştürülmüş olan. Neymiş Efendim, Hz. Nuh gemiye bindiğinde yanındakilere “Elinizde ne varsa getirin size yemek yapayım.” demiş de oradan bu tatlı meydana gelmiş. İçine tuz koymazsan kabul olmazmış. Altı-üstü bir tatlı; neyi kabul olunmuyor anlamak zor! Hem merak ediyorum Hz. Nuh`un zamanında tuz var mıydı? Hem tufan başlamak üzereyken kimin aklına gelmiş de “Hele şu tuzu da yanıma alayım!” demiş. Yapmayalım Allah aşkına…

Komşular birbirine Aşure götürüyor Muharrem`in onunda. Verilen karşılık: Allah kabul etsin. Yani komşu kızartma ya da baklava da getirseydi “Allah kabul etsin.” mi diyeceksin, yoksa “Ellerine sağlık.” mı, bu da merak ettiklerim arasında.

10 Muharrem`de Hz. Huseyn gibi şehid edilen bir yakınımız olsaydı, Aşura`yı yine de karnavala çevirir miydik? Derneklerde Aşura programları düzenleniyor, güzel. Sonunda dağıtılan aşureler olmasa, halk belki programın içeriğinden bahsedecek ama tatlıyı yer yemez zihinler yemek odaklı çalışmaya başlıyor. “Aşureyi kim yapmış?” “Güzel olmamış.” “Bizim falana yaptırsaydınız ya.” “İçine nişasta mı koymuş?” “Önce dövmeyi mi katmış yoksa şekeri mi?” “Şekeri çok/kıt olmuş.” “Eh! Yine de Allah kabul etsin.”

Âcizane fikrim; bu iş böyle olmamalı. Öyle bir şeyler yapılmalı ki, halkın, dağıtılsa bile aşure yemeye hali kalmamalı. Öyle bir vecde gelmeli ki, herkes o programdan sonra Zeyneb olmaya yemin etmeli.

Hz. Huseyn Kûfe`ye doğru yola çıktığında önüne geçiyor yakınları. “Ey Huseyn! Sen gidiyorsun, bari kadınları ve çocukları burada bırak.” dediklerinde İmam Huseyn`in cevabı “Onları da götüreceğim. Şehitlerle şahitlerin bir arada olması gerekiyor.” oluyor. Yani Huseynler şehit olacak, Zeynebler şahit. Sahi, Huseynlerimiz mi bitti de Zeynebleri anlamaya çalışmıyoruz? Huseynlerimiz tükendi mi ki Zeynebler olarak mutfağa çalışıyoruz? Halkı aşureyle çok rahat çekeriz, evet; ama aşureyi bir ibadet telakki eden zihniyetle bu dava nereye kadar gider?

Sahi neden kadınlar olarak Hz. Zeyneb`i anma programı düzenlemiyoruz? Neden büyük kültür salonları kiralayıp, tiyatromuzla, şiirlerimizle, konuşmalarımızla, tarihi bize kadar ulaştıran o güzeller güzeli Zeyneb`i anlamaya çalışmıyoruz? Huseynler şehit olacak, Zeynebler şahit. Zeyneb sadece marşlarda kalmamalı. Bilenler, bilmeyenlere Hz. Zeyneb`i anlatmalı. Hayâ abidesi ve iffet timsali oluşu zihinlere ve hatta kalplere, bedenlere kazınmalı.

“Ne kadar cesur kadın!” bu cümle bizim hakkımızda söylense belki de sevinçten havalara uçacak olanlarımız vardır. Hz. Zeynep, Yezid`in yüzüne hakkı haykırınca Yezid “Bu kadın ne kadar da cesur!” diyor. Hz. Zeyneb`in cevabına dikkat buyurun: “Hayır vallahi ey Yezid! Allah kadın fıtratına cesareti değil, iffeti yerleştirmiştir. Fakat beni böyle konuşmaya mecbur bırakan, yüreğimin yangınıdır.” Bir başka dikkat etmemiz gereken husus; bu sözü söyleyen kadın, yani Hz. Zeyneb, o sıralar 55 yaşında. 45`ini geçer geçmez bütün erkekleri oğlu ve kardeşi olarak gören Müslüman kadınlara ithaf olunur.

Evet –yine acizane- ısrarla söylüyorum; Hz. Zeyneb`i anlattığımız, anladığımız programlarımız olmalı. Hz. Zeyneb`i yaşamaya başladığımız tarihlerimiz olmalı. Hayatımızın milat noktaları olmalı. Edep, iffet ve tesettür çerçevesi içinde, Rabbim`in inayetiyle bunun gerçekleştirilebileceğine bütün ruhumla inanıyorum. Yeter ki böyle güzelliklerin önü açılsın. Yeter ki “Haydi, buyurun! Yapın da görelim!” diyen birileri olsun. Vallahi aşure bir tatlıdır; ancak iman, edep, iffet, tesettür bilincini kuşanarak Zeynepçe yaşamak aşureden de, baldan da tatlıdır. Ne aşurenin tadı Kerbela`nın acısını kapatır; ne de Kerbela`nın acısı cihadın, kıyamın önünü.