İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci`ûn…
“Âb-gûndur günbed-i devvâr rengi bilmezem
Ya muhît olmuş gözümden günbed-i devvâre su” der Fuzûli. Gözlerimiz gözyaşından başka renk görmez oldu günlerdir. Yoksa bizim arzımız da mı suya dönüştü.
Soma… Rezaletin ayyuka çıktığı, aile ilişkilerinin alt üst olduğu, evladın ana babayı, eşlerin birbirlerini tanımadıkları bir dönemde evine ekmek götürmek için her gün karalara bulanan yiğitlerin destanıdır. “Yerin altını üstüne tercih eder olduk.” Diyordu ya şair, hah işte ondan… Azıcık elimize bulaştığı zaman hemen elimizi yıkamaya koştuğumuz madenin menbaında, simsiyah kömürle sarmaş dolaş helal rızık peşindeki yiğitlerin destanı yani. Yerin üstünde kendine dindar diyenlerin bile namazı cemaatle eda etmediği zamanda, yerin binlerce kilometre derinliğinde Hakk`ın huzurunda saf tutan namaz mücahidlerinin destanı…
Ah Somalı helal rızık avcısı! Her gün eve mahcup mu gidiyordun üstün başın siyah diye? Hanımına güzel görünmek, çocuklarını bembeyaz, bakımlı ve yumuşacık ellerle okşayamadın mı başka babalar gibi? Helal rızık için çalışanların parmakla gösterildiği bir devirde, sen helale çalışırken yıpranan ellerinle kızının saçını okşarken, o nazenin saçı yoluyordu parmaklarının pürüzleri, öyle değil mi?
Ah sen… Sedyeyi kirletmemek için çizmesini çıkarmak isteyen madenci Ağabey! Zor bir durumda, basit bir sedyeyi bile kirletmekten çekinen sen Allah bilir kaç defa hanımından özür diledin siyah ellerinle havluyu, çarşafı, battaniyeyi kirlettiğin için. Böylesine kaba bir işte çalışıp da ince kalmayı nerden öğrendin sen? Çıkar çizmelerini! O kara çizmelerin maneviyatı bir sedyeye fazla gelir. Gezdirelim onu şehir şehir, belde belde… Gezdirelim de geçimini haramdan kazananların ışıltılı dünyasına sürelim onun karasından. Görülsün ki o kara, bu ışıltıdan daha çok huzur veriyor. Evet, çıkar çizmelerini ki, karasından biraz da kokuşmuş dünyanın kokuşmuş mekânlarına sürelim. Kömür kokusuna fare gelmez, derler. Yüreklerimize çal onun karasından ki, yüreklerimizi kemiren aşağılık fareler dağılıp gitsin geldikleri şeytani yuvalara… Evet madenci ağabey, çıkar o çizmeyi! Çıkar da onun namus kokan, iffet çağrıştıran karasından biraz da her türlü melaneti mübah gören kapalı açıklara sürelim. Fazladır madenci ağabey o çizmenin maneviyatı bir küçücük sedyeye. En iyisi sen onu hibe et ahlakı tefessüh etmeye yüz tutmuş bu zavallı ülkeye… Çarşaflı hanımlar iftihar edecekler çarşaflarıyla, çizmendeki kömürle aynı renk diye…
“Hanım, kusura bakma! Sen de istersin daha güzel şartlarda yaşamayı ama ben şartları iyileştirmek bir yana, bir de kara ellerimle geliyorum.” sözüne karşılık “Olsun be gülüm! Senin helalden getirdiğin kömür karası, haramdan getireceğin pırlantadan değerlidir.” şeklinde diyaloglarınız da oldu değil mi ey madenci yiğitler…
Bir avuç kömüre ömür verildi, diyorlar. Asla! Belki genişliği yer ve gökler kadar olan bir diyarda, sevdikleriyle ebedi ve mesut bir hayat içindi bütün çabalar. “Çalışanlar işte bunun için çalışsınlar.”
Ve sen, genç! Gençlerin bir hap, bir paket uyuşturucu, bir adet kız uğruna birbirlerinin kuyusunu kazdıkları bir zamanda sen iki kilometre derinliğindeki kuyuda arkadaşını kendine tercih etmeyi nerden ve kimden öğrendin? “Mahmut çıkamadı abi! Ben bekarım. Onun karısı hamile!” demiştin hani. “Siz yeter ki kardeş olun. Allah dinini bir facirle de destekler.” düsturunu duyan ve bunu her yerde anlatan birçoğumuzun, senin dizinin dibinde ders almaya ihtiyacı var.
Ölüm ve kabir ancak bizi korkutur ey kuyu yarenleri! “Allah için olduktan sonra ölüm de hoş ömür de. Bizler 2000 metre derinlikte namaz kılan adamlarız. İki metrelik kabirden korkmayız.” diyorsunuz sanki. Evet, yerin iki bin metre altından çıkarılıp, iki metre derinlikteki kabre gömülen kişidir maden şehidi…
Rabbim başta aileleri olmak üzere tüm yüreği yanıklara sabr-ı cemîl ihsan etsin. Hayatta kalanlara da acil şifalar versin Şâfi ismiyle. Rahman`a emanet olunuz.