Hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah`a; Salât ve selâm da O`nun pâk Rasulüne olsun. Salât ve selâmdan sonra geçeceğim anekdot, hamdele ve salvelenin ruhuna pek uymasa da ne yapayım ki halimizi bundan iyi anlatan bir şey bulamadım.
Hani her ilçede, her köyde bilinen birileri olur ya. Bu zengin biri olduğu gibi, bir zahid de olabilir. Yine âlim ve bilge bir zat olabildiği gibi, bir deli de olabilir. İşte benim hikâyemin kahramanı, doğup büyüdüğüm ilçenin delisi: Deli Hasan.
Bu adamcağızın anlatmakla bitiremeyeceğimiz maceraları olsa da benim yıllardır dikkatimi çeken, şu olaydır:
İlçe kaymakamlık binasının önünde, ayakta duran ve elini öne doğru uzatmış bir M. Kemal heykeli var. Deli Hasan`ı bir gün bu heykelin önünde bekler vaziyette görürler. Hasan bekler bekler bekler… Sonunda öfkeyle bağırır: “Hadi ulan! Ver vereceksen! Vermeyeceksen ne elini uzatmış duruyorsun? 2 saattir ağaç olduk beklemekten…”
Bu ülkenin mazlum ve mustazafları olarak bizim de Deli Hasan`dan pek farkımız kalmadı. “Ben hukukum, ben adaletin teminatıyım!” diye elini uzatan ruhsuz, aciz ölülerden “Belki!” diyerek adalet beklemekten bıktık usandık. “Ben, haklarınızı vereceğim.” diyen, heykel gibi taşlaşmış vicdanların hâkimlik yaptığı mahkemelerden “Belki yanlışlıkla da olsa doğru karar verirler.” diye ümit beslemekten usandık.
“Bizden kaçmayın, biz de Müslümanız!” diyen fakat birazcık aklını kullanıp da Allah`ın azabından bile kaçmayan, düşmanlık ettiğinde aşırı giderek münafıklığın yüzde otuz üç nokta üçünü garantileyen ve bu münafıklık garantisini beleş endülüjans görüp, cenneti garantilediğini sananlardan usandık.
“Sizi ben savunurum, kendinizi savunmayın!” diyip de derneklerimize saldırıldığında bir heykelden daha aciz ve daha hareketsiz fakat heykelden farklı olarak ağzının suyu akarak seyredenlerden usandık! Heykel bile onca koşuşturmada, o hengâmede titreyip sallanırken adeta kendini, tanrılaştırdıklarının ortağı olarak görüp bir put gibi hareketsiz, tanrısına sunulacak kurbanı bekler gibi katliama susamışlardan vallahi bıktık usandık! Taşlaşmış fikirleri yontulduğu gibi kalan zavallı heykelciklere birileri ‘şehitlerin Allah`a kurban olduklarını` söylesin!
Evet dostlar! Biz usandık artık geçmişinden beri üç ateş arasında Allah`ın izniyle dimdik durabilmiş fakat sizler gibi maddi imkânları olmadığı için adını duyuramamış, yapmak istediği yardımları yapamamış fakat yine de dişinden tırnağından artırıp fakir fukaranın ayağına ‘reklamsız` hizmet götüren derneklerimizin bombalanıp da buna kimsenin sesinin çıkmamasından. Irkından dolayı kendisinden yüz çevrilen, aynı ırktan olan şer odaklarının da putlarına dokunduğu için kurban edilmeye çalışılan dernek, parti, kısacası camiamızın HD kalitede ve 3D gözlükle popcorn eşliğinde izlenmesinden Allah şahittir, bıktık, usandık!
Her defasında ama her defasında “İşte şimdi falan kardeşlerimiz de bu sistemin zulmüne uğradı. Artık anlamışlardır gerçeği. Bundan sonra kardeşçe omuz omuza yürüyeceğiz” diye hayallere dalıp da yine zulmün katmerlisine maruz kaldığımızda dili tutulan kardeşlerimizin bu sessizliğinden; yine camiamız medyatik olmadığı için bu camiaya sahip çıksa rant elde edemeyeceği için, hiç bu riske girmeyen ve fakat zulme olan sessizliğiyle ‘şeytan`ın lâl türüne kaydını yaptıran Müslümanlardan bıktık usandık!
Hep biz bekledik. Beklemekten ağaç olduk; sabırla meyve yetiştirdik diye sevindik. Sabır meyvelerimizi başka başka fabrikalara gönderdik. Kimilerini zindan adlı fabrikada ilim şerbeti yaptılar. Öğrendiler, öğrettiler. Kimini hicret adlı fabrikamızda vuslat şerbeti yapıp onunla teselli buldular. Kimini şehadet fabrikamızda umut şerbeti yaptılar. Evlatlarına hasret analara ve dertli babalara cennet umudu oldu. Hep Deli Hasan bizdik. Ama biz hiçbir şey kaybetmedik. Beklediğimizi alamadığımızda çekip gitmeyi de bildik. Ama siz, elini uzatıp da vermeyenler! Siz ne verebildiniz, ne de gidebildiniz. Aksine, uzattığınız elinize hep biz güzellikler gönderdik, taş kalplerinizden ümidimizi kestiğimiz halde.
Rahman`a emanet olunuz…