Bismihi Subhanehu.

Zulmün kol gezdiği, mazlumların çaresiz kaldığı bir diyardan yazıyorum yazımı.

Minicik çocuklara içki içirildiği, anaların evlatlarına hasret kaldığı, Yusuf`larına hasret Yakubîlerin bu hasretle Hakk`a yürüdüğü, geride gözü yaşlı müminler bıraktığı diyardan. O diyar ki, çarşaflı anaların elleriyle kurtarılmış. O diyar ki, mücahidelerin zinetleriyle ordusu techiz edilmiş, silahlar satın alınmış, zorlu bir savaşa girilmiş ve yine o tesettürlü kadınların gayretiyle yaralar sarılmış. O tesettürlü kadınlar, yeri gelmiş komutan olmuşlar, yeri gelmiş asker. O dağ senin bu bağ benim, vatanlarını ve namuslarını korumak için savaşmış ve şehit olmuşlar.

Eskiden evlatlar ağlarmış analarının ardından. Devir değişmiş. Şimdi analar, küçük bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra çocuklarının ardından ağlar olmuşlar. Evlatlarını sayıklar olmuşlar hasta yataklarında. Dün evlatlar, “Kur`an sahipsiz kalmasın diye” babalarının ardından ağlarlarmış. Bugün analar-babalar “Kur`an sahipsiz kalsın” diyen zihniyetin zulmünün çilesini çekiyor.

Öyle bir diyardan yazıyorum ki orada devir değişmiş. Eskiden ana-babalar evlatlarını kötü alışkanlıklardan uzak tutarken, şimdi kendi elleriyle minicik yavrularına içki ikram eder olmuşlar. Evlatlarsa her şeyden bihaber, ebeveynlerinin ellerinde sundukları zehiri tadar olmuşlar.

Eskiden edep, hayâ ve iffetin şiar edildiği fakat şimdilerde muhafazakâr denilen kesimin örtüyü, edebi, hayâyı yasakladığı diyardan yazıyorum. Öyle bir yönetim ki, adeta ‘Dindar olacaksın, ancak benim istediğim gibi. Örtüneceksin fakat okulda değil.` şeklinde abuk sabuk kurallarla ilahlığa oynamakta ve kendisini (hâşâ) Allah`ın önüne geçirmeye çalışılmaktadır. Daha hayata bile atılmamış küçücük çocukların psikolojisini bozmakta ve hayata 1-0 yenik başlamalarına neden olmaktadır. İşte ben, böyle bir diyardan yazıyorum dostlar!

Teröristlere garbdan şarka kadar kucak açılıp da Müslümana avuç kadar hakkın çok görüldüğü diyardan yazıyorum. Hasta oldukları için salıverilen nice hasta mahkûm biliyoruz, fakat içlerinde Müslüman var mı derseniz… Acılarını içlerine akıta akıta gözyaşı ve acı denizi haline gelen anaların, bacıların ve çocukların diyarından, dert tufanı olan babaların, evlatların diyarından… Cezaevlerinde ölümü beklenen hasta mahkûmların ve dışarıda kendi ölümünü unutmuş zalimlerin diyarından yazıyorum.

Analarının değil dirisini, ölüsünü bile görmekten mahrum edilmişlerin; evlatlarını sayıklaya sayıklaya can verenlerin diyarından yazıyorum. Gözyaşlarım klavyeme akmış ne çıkar, elleri-ayakları öpülesi anaların acısıyla döküldükten sonra. Belki benim gibilerin çektiği acılar, böylesi ana-babaların ve Yusufi evlatların acısını hafifletir.

Hep kederden ağlayacak değiliz ya! Bazen de sevinçten ağladığım, bembeyaz, nurlu bir Kitab`ın arkasından Güneş`in görülmeye başlandığı bir diyardan yazıyorum. Ömer`lerin Faruk olmaya başladığını aynel yakîn müşahede ediyorum. Artık her şey ayan beyan dile getirilir olmuş. Mazlum ve mustazaflara umut ışığıdır o güneş. Müminlere göz aydınlığıdır o güneş. O güneş ki Allah`ın partisinin eliyle doğacaktır biiznillah. İşte Hz. Ömer`in “Yanlış yaparsam beni kılıçlarınızla düzeltin” buyurduğu gibi, tabanına “Biz kendimizden çok size güveniyoruz” diyerek iman, ihlâs ve adalet konusunda güvendiği bir parti. Tam da muharrem ayında, geçmiş ve el`an zulmün ruhumuzu zedelediği ve “Neredesin Yâ Hüseyin!” seslerinin semaya yükseldiği bir zamanda gelen bir müjde…

Karanlığın en koyu olduğu an, şafağa en yakın andır. (İspanyol atasözü)

İşte şafağın –Allah`ın izniyle- sökmeye başladığı, kıymetli şairlerin “Şafak sökmededir haberin olsun” şeklinde şiirleriyle önceden adalet, hidayet ve Kur`an güneşini müjdeledikleri diyardan yazıyorum. Bir tarafta hak, bir tarafta batıl. Bir tarafta adalet, bir tarafta zulüm. Bir tarafta nur, bir tarafta zulümât. Rabbim hak, adalet ve İslam nurunun tarafını, kısacası Allah`ın taraftarlarını muvaffak eylesin, onlara ehl-i küfrün gözüyle görünmeyen yollar açsın. Ehl-i küfrün tuzaklarını başlarına geçirsin ve onları birbirine musallat etsin.
 
Hoş geldin Hüda-Par!