Dünya değişti…  Dünya, yeryüzünde hüküm süren düzenlerin insanın hayal ve tasavvurları ile değiştirilemeyeceği kadar değişti. Felsefi manadaki hürriyetin bir avuntu, bir kuruntu olduğunu maddi düzenin üzerlerinde kurduğu yeşilimsi zulümden, şahsi demokrasi vehimlerinin sahte şafaklara uyandırmasından sonra anlaşıldı. İnsanın hakkının, kendinin güçlü, dayandığı güruhun güç putunun yanında olması ile eşdeğer olduğunu hakkı gasp edildikten sonra anladı. Gasıplar ya devlet başa, ya da yanımda duran paşa dediği için; adalet tecessüm yerine, tefessüh etti.

İslami etkinin görülüp pekiştiği yer eğitimdir. Eğitimin amacı çocuğu iyi bir Müslim olarak yetiştirmek olduğu derecede dinin kurumsal kimliği bir defa daha müstakar kılınacaktır. Aksi halde ise dinin yukardan aşağıya doktriner niteliği ile empoze edilmesi, otoriter yapıyı pekiştirici bir din algısını meşru kılarak otoriter bir İslam zehabını kuvvetli kılacaktır.

Hülasa din, İslam toplumlarında bir toplum normu düzenleyicisi olarak işlev gördüğü sürece kişilik ve kimliğin oluşumunda önemli bir rol oynamaktadır. Tarih boyunca insanlığın çoğu kez kendi kurtuluş amacına kurban edilmesi olağan veya olağan üstü dönemlerde şaşırtıcı gelmemeli. Tarihi süreç içerisinde, insanlığı esir eden zincirleri döven ve kurtuluş sözleriyle halkları tuzağa düşüren, nedense hep dini söylem içerisindeki kurtuluş özlemleri olmuştur.

Bu zincirden kurtulmak yerine, zincirin ucunu gökten yere indirip ucunu bağlamak her dönem idare edenlerin keşfi ise de, buna rıza gösterip “kaderdir” demek düpedüz fatalizm ( cebriye ) olgusunu dine yaslayıp esaretin bedelini değil, cedelini tatbik etmektir. Her ne kadar sofist felsefe antik dünyaya ait olmakla birlikte, her ne hikmetse bugün yukardan aşağıya felsefeye karşı olmakla öğünen ne kadar fert, grup cemaat varsa adeta felsefe icra edilmektedir. Aslında irca demek daha doğru bir kelam olur. Dini esaretin menşei kılmak babından…

“Dünya hayatı bir oyundan, oyalanmadan ibarettir.”  Bu oyunu umursamadan oynayamıyoruz. Ve yarım bırakıp kenara çekilemiyoruz. Sadece bazılarımız sahnede arz-ı endam ettiğinde yaptıkları yalnızca birlikte oynadığı ve kendi yazdığı oyununun seyircisi olduğuna inandığı insanları hesaba katarak ayarlıyor söz ve fiillerini. Bazılarımız ise yaptıklarının bilip temas ettiği insanlardan ayrıca bir veya birçok müşahidi olduğuna inanarak, hesap ve kitabını ona göre yapıyor. Her hâl ve şerait içinde kitaba uymayanlar, işi katakulli ile kitabına uyduruyorlar.

Peki, bu oyun tek başına oynanır ise ne olur?

Olan şu: Sahnede tuluat sergileyenlerin seyircisi olmaktansa, tek başına oynanan oyunun başrolünü kendimize uygun görmek, hiç olmazsa kendi yaptıklarımızın hesabını tek başına verebilme yetisini kazandırır bize.

Ezcümle, ya zor zamanda konuşup haklı yere infazımıza karar verilecek yahut susup, zamanı değil; ama durumumuzu kolay eyleyip vurun abalıya diyeceğiz.

Seçim bizim vesselâm.