Annelik kariyer midir? Açlık sınırının bin iki yüz lira olduğu bu topraklarda asgari ücretli yaklaşık on milyonun üstünde çalışanlara “üç çocuk yapın ha” denir mi?
Kadınların iffetini test edebilen bir dini bütün muhafazakâr bilgenin, bütçe görüşmelerinde Meclis`te kendilerine devletin kıyağı sayılan lüks konutları edinmesinin makul ve mantıklı olduğunu ispat için “Alalım nasılsa üç gün konuşurlar sonra susarlar” demesi adaletin ve kalkınmanın göstergesi sayılabilir mi?
Bütün bu suallerin cevaplarının siz okuyucularda karşılığı illa ki vardır. Maksat hafızayı canlı tutup seçimlere, geçim gailesi ile mi, yoksa vicdanlar da makes bulacak bir tercih usulüne riayetin ön kabulü olarak mı gidilecek onun muhasebesi.
Maksat ipin üstünde çomağı ile gösteri yapan cambaza bakmak mı? Yahut o kalabalıkta cepte kalan son akçeyi de “cambaza bak cambaza” diyen arsıza, hırsıza, uğursuza kaptırmak mı? Bu iki şıktan başka daha şık ve akli bir durum söz konusu değil mi? Elbette mevcut. Ama algı yönetimine karşı duyarlı ve tutarlı olunur ise mevcut. Hırsıza hırsız, cambaza da cambaz diye bakmanın kimseye zararı yok. Hatta faydası bile var. Toplum mühendisliği denilen çağın fahşası olan bu illeti yer ile yeksan etmenin hem cemiyete hem de keyfiyete faydası var.
Dün devletin zinde gücü olan haki renkli idareciler vatandaşı hakir görüyor iken bugün yerlerine gelen fıstıki yeşil renkli zindeler aynı minval üzere hüküm sürmekteler. Her hâlükârda yakası yırtılan hep tebaa olmaktadır. Ne zamana kadar tebaanın yakasız gömlek giymesi bekleniyor ki? Hiç mi idarenin yakasına yapışmayacağız? Hiç mi mehir meselesinde yanlış yapan Halife`nin yanlışını düzelten kadın gibi olamayacağız? Hiç mi “yanlışını kılıcımla düzeltirim” diyen yönetilenlerden olamayacağız? Bu mu bize biçilen rol? Bu mu adalet ve kalkınmanın sosyal dilimlere düşen payı?
Seksen ihtilalinde düdüğü çalıp kardeş kavgasına son veren diktacı generallerin meşhur cümlesi; “Şartların oluşmasını bekledik ve oluşturduğumuz şartlar kıvamına gelince de yönetime el koyduk.” Düdük çaldığında ise günde elli kişi ölüyor idi. Resmi rakamalar göre sağdan ve soldan ölenlerin sayısı beş binin üzerinde idi. İşin en netameli tarafı ise aynı silahla hem solcunun hem de sağcının öldürülmüş olması idi. Zalim dikta ise “bir sağdan bir de soldan asıyoruz” diyerek adaletin temsilcileri olduklarını beyan ediyorlardı.
Son tahlilde bu diktanın anayasası ile yönetiliyoruz ve dünden bugüne değişen hiçbir şey yok Şark cephesinde. En son Cizre`de yaşananlar bu sultanın halen işbaşında olduğunu gösteriyor.
Hutu ve Tutsi ayrımı sadece birinin renginin daha siyah olmasına bağlı bir oyun idi. Maliyeti Fransız palaları ile katledilen bir milyon insan. Fransa emperyalistleri için ise sıradan adli bir vaka. Ardından Kongo`da beş milyon insanın katli ve Fransa`nın sömürge iştihasının doyurulmaz canavarlığı. “Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür” sözü Âdemlerin feraseti ile bozulur umarım.