Sürü ters çevrilince topal koyun başa geçer” der eski çarıklı bilgeler. Mutlaka bilinenin tarihe not diye düşüldüğü kelamdır atasözleri. Tecrübe ile sabittir ki bir daha tecrübe edilip aynı oyuna düşülmesin istenir. Peki, sürü ne zaman tersine döndü ve çoban kim idi?

Âdemoğlu, Habil ve Kabil`in mücadelesinden bu yana; ya güçten ya da haktan yana olagelmiştir. Adı konmasa bile bu mücadele, saltanat düşkünleri ile insanı sultan yapabilme tutkunlarının tercihinden kaynaklanmıştır. Suni bir din oluşturanlar ile dini âli sayanların, dünyevileşenler ile istikameti ilahi olana tabii kılıp müstakar yol seçenlerin seyahati olarak devam etmiş ve devam etmektedir.

19.Yüzyılın başından itibaren saltanatın ve gücün el değiştirdiğini gören saray erkânı yeni bir yol edinebilme adına elindeki yetkiyi askeri erkâna tevdi ederek yepyeni bir terakkiperver ittihatçıların neşv-ü nema bulmasına sebep oldular. Ve bu tercih ile hem sekülerizmi bir din, hem de dini bir protesto aracı olarak kullanmaya vesile kıldılar. Üstünlük kompleksi taşıyan koskoca bir imparatorluğun tebâsını, en aşağılık bir kompleksin içine iterek yüzü semaya dönük olan bir medeniyetin cephesini toprağa ve materyale dönüştürdüler. İhlasın yerini iktisat, ahlâkın yerini ifsat, namusun yerini liberalizm, adaletin yerini atalet ile koyunun topalını başa geçirdiler…

 Fikir temelinde hiçbir derinliği olmayan bu güruhun derdi dini devletin bekası için kullanma ve dindarları birer birey iken sürünün temel taşları haline getirmek oldu. Batının katolisizmi doğuda yerini devletisizme bıraktı. Kilisenin konseyi yerini devlet ricaline tevdi etti. Tüm hak ve salahiyetleri ile. Hürriyet esarete, adalet zulme, eşitlik ise sınıfsal farklılıklara ve emperyal sömürüye dönüştü.

Tüm bunlar olurken din ve dindarlar nasıl cevap verdiler bu dönüşüme? Elbette ki üretemeyen ve taklitten öte yol bilmeyen bu devlet dinine müntesip yığın soluğu Batının Protestanlığı ve lideri Martin Luther aramaya, ulus-devletin kurtuluşa vesile bir yol olduğuna inanmaya ümmetin yerini ırki manada millete döndürmeye, tüm yaratılıştan gelen hakları inkâr ile tek tipleştirmeye ve ikna olmayanları imhaya karar kıldı.

O günden beri tarih ıslahat fermanları ile yazılmıştır. En son demde Şark-Islahat fermanı ise bu ricalin yüz akıdır. Çözümü süreç ile sınırlı saymak ve süreci bir tehdit unsuru gibi kullanıp Demokles`in kılıcı gibi insanların başı üzerinde sallamak iyi niyet ve samimiyet ölçütü gibi görünmemektedir hal-i hazırda. Meselenin ihsanda değil, insanda olduğunu göremeyen iktidar ve yandaşlarının meseleyi bırakın çözmeyi bilakis çözümünü engelledikleri aşikâr.

Cemiyeti inşa yerine tabiatı inşa etmeye yeltenenler “nasıl iseniz öyle idare edilirsiniz” ezeli prensibini ters yüz ederek, “nasıl idare edilirseniz öylesiniz” gayr-i ahlakiliğine tebdil etmişlerdir.

Hülasa süreç ahlakiliğin çözülüşü ile arz-ı endam etmektedir…