Avrupa`dan yayın yapan Şii ve Selefi kanallarından haberiniz var mı bilmiyorum. Yirmi dört saat Şii-Sünni çatışmasını körükleyen yayınlar yapıyorlar. İslam`ın en yumuşak halini bile yayınlamaya izin vermeyen Avrupalılar, söz konusu fitne olunca bütün kapıları ve keselerini nasıl da açıyorlar? Ama tuhaf olan bu değil. Tuhaf olan bu sözde mücahitlerin, sırtlarını sıvazlayan İngiliz-siyonist elinin sıcaklığından rahatsız olmamaları. İki aşırı ucun yaptığı yayınları duydukça kendi ayağına sıkan acemi avcı mı yoksa ihanet şebekeleri mi diye düşünmekten kendimi alamıyorum. Sonuç ne mi oluyor? Irak`ta, Afganistan`da, Pakistan`da, Suriye`de akıtılan Müslümanların kanları…

Ne kadar garip bir ironi! Vahşi bir cahiliyeyi terbiye edip insanlık tarihinin en görkemli medeniyetini kuran, insanlık onurunu yerlerden kaldırıp en yüce makama çıkaran, kardeşlik ve barış söylemini tarihe nakşeden; doğayı, çevreyi, yeşili, canlıları özenle koruyan ve bunun için fıkhi kurallar belirleyen İslam medeniyetinin mirasçılarına bakın. Sanki yıllar önce Çernobil bizim içimizde patlamış ta ucube bir nesil dünyaya getirmişiz. İsrail`in vahşi katliamlarını, Budist çetecilerin Myanmar`da modern çağda sahneye koydukları Ashab-ı Uhdud hadisesini bile unuttuk birbirimize yaptıklarımızdan dolayı.

Haberlerde öldürülen, bombalan, yakılan ve yok edilen Müslüman sayısı o kadar rutinleşti ki artık öldürülenlerin ne ailesi, ne geçmişi, ne geleceği, ne de düşüncesi aklımızda. Onlar sadece istatiksel birer sayı… Bu vahşeti sergileyenler ise ne siyonistler ne de bir başkası. Her öldüren öldürmek için kendine bir delil icat ediyor. Hiç biri suç işlediğini düşünmüyor. Sokaklarda savunmasız Müslüman sivillerin kanları oluk oluk akıyor. Bunu yapanlar da cehennem kadar karanlık kafalarında cennet düşlerini kurguluyor.

Bundan daha kötüsü olmaz demeyin, var. Eskiden vahdet söylemi modaydı ve herkesin vazgeçilmez enstrümanıydı. Ama bugün vahdetten bahsedenler en büyük hain olmuşlar, dostlar!

Ümmetin içinde kol gezen fitneye bir çare için vahdet ve kardeşlik vurgusu  dillendirdiyseniz yandınız. Hangi tarafın yanında kardeşlikten söz etseniz sizi diğer tarafın işbirlikçisi ve ihanetin bir parçası olmakla suçlarlar. Karanlık zihinler o kadar çirkefleşmiş ki İslam`ın en temel şiarı ve varlığı neredeyse bütün diğer desturlardan daha mühim olan kardeşlik ve vahdet söylemi, karşı tarafın düşmanlığından daha tehlikeli bir şeymiş gibi arz ediliyor.

Ama bu böyle diye biz de ortama ayak mı uyduracağız? Yoksa dokuzuncu köyden onuncu köye doğru yol mu alacağız? Tabi ki biz İslam akidesini kendi yargılarımız ve çıkarlarımız adına değil, saf ve katışıksız olarak kabul ettiğimiz için Hallac gibi yolumuza devam edeceğiz. Velev ki kardeşlerimiz bizi darağacında taşlasalar bile.

İyi şeyler de olmuyor değil. Şia dünyası kendi içinde dolaşan zehirli engereği tespit ediyor. Daha önce İmam Hamaney`in yaptığını şimdi de Şia dünyasının en büyük müçtehidi Ayetullah Sistani yapıyor. Sistani, Peygamberin pak zevcesi Hz. Âişe ve üç halifeye alenen hakaret eden Şii görünümlü siyonist kuklaların Azamiye semtinde yaptıkları bu çirkin eylemin kabul edilemez bir eylem olduğunu, Ehlibeyt imamlarının yolunda gidenlerin kesinlikle bu çirkin eylemden beri olduğunu ve ayrıca Sünni Müslümanların değerlerine hakaret edenlerin bundan sonra mücrim ve münafık güruhlar olarak tanınacaklarını ilan etti. Bu fetva çok ciddi bir adımdır. Umarız Şia dünyasında atılan bu ciddi adıma duyarsız kalınmaz ve aşırı selefi, tekfirci gruplar bu sese kulak verir de hastalığın mekteplerde değil, kişilerde olduğu bilinci ile hareket ederler; aynı zamanda başkasının elindeki dikenden dem vurup kendi gözündeki kıymıktan bihaber durmaz ve yıllardır içine düştükleri bataklıktan çıkmak için İslam ağacının asil kökü olan kardeşliğe sarılırlar.

Ve umarım vahdetten bahsettiğimiz için kardeşlik özlemi içindeki çabalarımızdan dolayı bizi ne oraya ne buraya yaranamadı diye suçlayanlar, aslında kime yaranmaya çalıştığımızın farkına varırlar. Yeni idrak ettiğimiz Hac ibadetinin ne anlama geldiğini bir daha düşünür ve en önemlisi de fitne ateşine odun taşımak yerine o odunla dövülmeyi tercih edişimizi anlarlar.