Allah-u Teâlâ, Mûsâ Aleyhisselama, “Yalnız benim için ne yaptın?” buyurdu. “Yâ Rabbi Senin için namaz kıldım, oruç tuttum, zekât verdim ve zikir yaptım “ cevabını verince, “Kıldığın namazlar seni Cennet`e kavuşturacak yoldur, kulluk vazifendir. Oruçların seni Cehennem ‘den korur. Verdiğin zekâtlar, kıyamet günü sana gölgelik olur. Zikirlerin de o günün karanlığında sana ışık olur. Benim için ne yaptın?” buyurdu. “Yâ Rabbi! Senin için olan şeyi bana bildir” deyince, Allah-u Teâlâ, “Yâ Mûsâ sevdiklerimi sevdin mi ve düşmanlarıma düşmanlık ettin mi? “ buyurdu. Mûsâ aleyhisselâm, Allah-u Teâlâ için olan en kıymetli şeyin hubbu fillâh, buğdu fillah olduğunu anladı.
Birbirimize Allah için Habib olmak... Hz İbrahim gibi kalpteki putlaşmış sevgileri kırmak… Birbirimizin yüreğine Allah için değmek, Allah için gelmek… Öyleyse ilk etapta gelmeleri ele alalım.
Gelmek denilir ya hep… Gelmek ama nereden gelmek? Neden gelmek? Nereye gelmek? Gelmelerin başlangıcı gitmek değil midir? Kalp öncesi zamanlarda tayin edilmişti gelmeler. El- Halık meleklere “Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım “ buyurduğu zaman başlamıştı gelmeler ve gelmelerin başlangıcı olan gitmeler.
İnsanlığın hareket çizgisi, onlar yoktan var olmadan belirlenmişti. Hz Âdem (AS) henüz var olmadan onun adı konulmuştu. Âdem yeryüzü demekti. Evet, âdemoğulları yeryüzüne ineceklerdi. Ama yeryüzüne cennetten ineceklerdi. İlk mekânları cennet olarak tayin edildi her şeyin en iyisini bilen Rabbimiz tarafından, “Artık siz cennettesiniz” denildi yeryüzünün halifelerine. Oysaki onlar yeryüzüne gönderilmek için yaratılmamışlarmışlar mıydı? Yeryüzüne gelmek için bir gidiş gerekliydi. Gidiş mekânı cennetti. Bu yoktan var edenin bizleri sevk ettiği ilk yolculuktu. Cennetten yeryüzüne… Neydi bunun sebebi? Cüzi aklımızla bu sorunun cevabını kamilen bilemeyiz. Bize düşen yaprak gibi savrulduğumuz yolculuklardan ders ve ibretler almak.
Yüce Mevlâ Âdemoğullarına dedi ki, “Şimdi hepiniz yeryüzüne inin ve umulur ki benden size bir hidayet gelir.” İşte cennetten yeryüzüne gelen insanoğlu cenneti yeryüzünde tekrar kazanmayı umuyordu. Çünkü Rabbi onu böyle müjdeliyordu. Bizleri yoktan var eden, bizlere kendi ruhundan üfleyen, bizi kendinden ayırdı ve yeryüzüne nakil etti. Bu nakil geçici bir süreçti. Rabbe varmak için önce gitmek gerekti. Demek ki gitmeler olmadan gelmeler gerçekleşmeyecekti. Bir gönlü sadece Allah için seveceksen önce nefsinden vazgeçeceksin.
Ne güzel söylemiş Ali Şeraiti: “Hac Kâbe`ye gelmek değil, Kâbe`den gitmektir!” Yüce Mevlâ`nın müminin kalbi benim beytimdir buyruğundan mütevellit müminin gönlü, Kâbe`nin kutsiyetine sahiptir, Kâbe gibi yönsüzdür. O gönle varmadan, ondan uzaktayken yönün hep o kalptir. Kalbin içerisine girdiğin vakit yön kavramı olmaz. Tıpkı Kâbe gibi... Kâbe`nin uzağındaysan yönün kıbleye doğrudur Tavaf yaparken nereye dönersen dön Kâbe`yi gördüğün yön kıbledir. Girdiysen bir gönle her yön Kâbe olmalı değil midir? Bir gönülle muhabbetinde gördüğün her kare, duyduğun her hissiyat Kâbe olmalı değil midir?
Deniliyor ki Allah rızası için sevmek… Ne kadar ulvi bir düşünce Allah için sevmek! Bir gönülden diğer gönle Allah rızası için girmek… Bir gönülde Allah rızası için yer edinmek… Hoş geldin o zaman! Rıza olarak kucağında bana ne getirdin? Nefsani isteklerinle mi geldin? Allah rızası için beni seveceksen bana hangi diyarlardan geldin? Bana, benliğinden mi geldin? Yoksa rıza gösterdiğin Allah`tan mı geldin? Yanılgı noktaları hep budur hüsrana uğrayan dostlukların temellerinde. Zira rıza-yı ilahiden gayri her nevi nefsi beklenti vardır emellerinde. Bir gönlün eşiğinde fisebilillah şiarınca bulunuyorsanız, bu kapıyı çalmak sizler için araç olmalı, amaç olmamalı. Sıfatı ne olursa olsun bir insanın sevgisini, muhabbetini kazanmak istiyorsak evveliyatında bu arzumuzu sorgulayalım. Bu insan tarafından sevilmeyi ve onu sevmeyi niye istiyorum diye. Sualimizin yanıtı gerçekten de hubbi fillâh mıdır?
Hâsılı kelam; muhabbetullahın lezzetini arzuluyorsak, her muhabbette gayenin rıza-yı ilahi olması elzemdir.