Eskiden de böyle hızla akıp gider miydi zaman? Çocukluk günlerimizde de böyleydi sanırım. Mahallenin çocukları ile oyuna daldığımız zamanlarda annelerimizin sesi ile irkilirdik. “Akşam oldu hadi çabuk eve…” Karanlık çökmüştü farkında değildik. Yarım kalan oyunlarımızın tadı damağımızda evlerimize dönerdik.


Geldi mi? Kaç gün kaldı? Göründü mü? Derken geldi ve geçti Ramazan. Göründü hilal. Gönüller, şehri Ramazan ile hemhal. Hilali gördüm. Âlem gördü ben de gördüm. Gün artık eskisinden de daha değerliydi. Rahman`ın buyurduğu gibi sayılı günlerdi. Sayılı günler çabuk geçerdi. Kıymeti bilinmeliydi. Kıymetli oluşu sayılı olmasından değildi elbette. Kıymettar oluşu Kur`an-ı Kerim`dendi. Rahman`ın kitabı o ayda yeryüzüne indirildi.

Daha önce nerelerdeydi? Kur`an-ı Kerim`de nüzulü beyan eden ayetlerden bazısında “Enzele”, diğer bazı ayetlerde “Nezzele” ifadesiyle tabir buyurulması nedendi? Demek ki inzal ile tenzil farklı şeylerdi. “İnzal” topluca indirmek, “Tenzil” ise ayet ayet, parça parça indirmekti. Kur`an-ı Kerim`in Levh-i Mahfuz`dan alınarak dünya semasındaki beyt-i izzete indirilmesi bir defada ve bir bütün halde olduğundan “İnzal” kelimesi ile ifade edilmekteydi. Vak`aların durumuna göre zaman zaman gönderilme şekline “Tenzil” adı verilmekteydi.


Ey şehri Ramazan! Gelirken bize Rahman`ın lütfu olan Kur`an`ı getirdin. Kucağında Levh-i Mahfuz`dan aldığın o ilahî sedanla geldin. “Bu kadar değildi” dediğini duyar gibiyim. Ve bir de o kutlu gece… Hani Rahman`ın bildiği bizim bilemediğimiz... “Kadir gecesinin ne olduğunu bilir misin sen? ” Bilemeyiz Rabbim, bilemeyiz. Biz âşıklara, tutkunlara kelimeleri öğretensin. Tövbeyi babamız Âdem (AS )`e ilham edensin. Sen lütfetmezsen biz nereden biliriz. Bildiğimiz yegâne şey hiçliğimiz.


Ne zaman? Hangi gece? Tekli, çiftli, üçlü derken Kadir gecesini de verdik elden. İhya edenlerden olmayı affa mazhar kılınmayı ne çok isterdik! İstemenin kâfi gelmediğini derk edemedik. “Günahlarınız belinizi çökertti. Yükünüzü secdelerinizle hafifletin” buyuran Habibullah (SAV)`ın sedasını duyamadık. Yine dünya meşgalesine daldık.


Ey şehri Ramazan! Sayılıydın, geldin ve geçtin. Biz bir çocuk gibi oyuna daldık. Bir bayram ezanı ile uyandık. Annemizin sesi gibi… Mutlu olmalıydık. Bayramdı bugün. Rahman`ın iman edenlere hediyesi... Nefsimize hoş gelen, ne de hoş gelir hayatımıza! Tatlılar, kahveler, ziyaretler, gezintiler, bayramı fırsat bilerek geçirilen tatiller, “nerde o eski bayramlar…” diye başlayan manasını yitirmiş malayani sohbetler... Be ey gafil nerde o eski Ramazanlar? Hani Habibullah (SAV)`ın “Üzerinden Ramazan gelip geçtiği halde günahları bağışlanmayan kişinin burnu sürtülsün” buyruğuna duçar olduğumuz Ramazanlar?


Ey şehri Ramazan! Diyorlar ki senin adın “Ramaz” kelimesinden geliyormuş. Güneşin sıcaklığının şiddetinden gayet kızmasıdır ki böyle pek kızgın yere “ramda” denilirmiş. “Ramazan” “ramda” mastarından “yanmak” manasına gelir imiş. Yani kızgın yerde yalın ayak yürümekle yanmak demekmiş.

Diğer bir görüşe göre sen “yağmur” anlamındaymışsın. Yaz sonunda güz mevsiminin başlangıcında yağıp yeryüzünü tozdan temizleyen yağmur manasına gelen “Ramadiyu” mastarından gelmekteymişsin evimize ve yüreğimize. Bu yağmur yeryüzünü yıkadığı gibi sen de ehl-i imanı günahlardan yıkayıp kalplerini temizlediğin için bu isim ile isimlendirilmişsin.


Ey yağmur! Geldin mi yüreğimize? Değdin mi mücrim tenimize? İndin mi gözlerimizden secdelerimize?
Ey “yanmak” anlamındaki Ramazan! Yaktın mı günahlarımızı? Ateşinle suladın mı kuruyan usare pınarımızı? Gizinde sakladığın o kutlu gecenle pakladın mı alınlarımızı?


Ey şehr-i Ramazan! Gelişini iki ay evvelinden duyuran... Gelişinle arş-ı alayı aralayan… Melekleri iman ehlinin niyazlarına çağıran, şeytanları bağlayan… Günahları yakan, tuana gibi cennetten kopup gönüllere akan, duaları rahmetinle sulayan…
Ey şehri Ramazan! Öylece çekip gittin yüreğimin karanlık şehrine uğramadan. Yine teğet geçtin yek günlük hayatımdan.