Habir Olan`nın adıyla.. Chat, yani yazı dili ile konuşmak neden bu denli etkin diye düşündüğümde aklıma TV seyretmek ile radyo dinlemek arasındaki fark gelir. TV seyrederken dikkatimizi dağıtacak, konsantrasyonumuzu bozacak birçok görsel faktörler vuku bulur. Mesela iki konuşmacının diyaloğunu dinlerken ortada bir sehpa, sehpanın üzerinde şık bir sürahi, iki bardak, yılın trendini yansıtan koltuklar dikkatimizi celp eder. Ya da bir yalının denize sıfır bahçesinde birileri iki sandalye atmış ilim konuşarak bize bir şeyler vermeye çalışır. Bizim düşüncelerimiz o ilmi sohbetin içinden kanatlanıp bir martı gibi deniz üzerinde süzülmeye başlayabilir. Bir bakmışız ki düşüncelerimiz martının esaretinden de kurtulmuş rüzgâr olmuş bambaşka diyarlara savrulmuş.
Radyo dinlemek Tv`nin görsellik tutsaklığından azade olabilmektir. Ses ve sizin sesiniz, sadece ikiniz. Chat yapmayı radyo ve kendi sesimizin yalnızlığına benzetirim. Ama chatte siz de radyosunuz karşı taraf da radyo. Yani İki radyonun birbiri ile konuşmasıdır durum.
Dinlemekten ziyade dinlenilmek ama yüreğin en ücra köşelerinden dinlenilmektir arzu edilen. Belki de muhatabın tüm benliği ile dinliyor olmasıdır çekiciliği.
Chatte lisan-ı halin bir ehemmiyeti yoktur. Bedenin diğer azaları chat yaparken işlevsellikten muaf tutulur. Buna mukabil aktif olan yegâne âzâ yürektir. Bazense yürek tasavvuratları, hissiyatı dile getirirken ya da kendi iç âlemini tasvir edebilmek için beyin ile iş birliği içerisine girer. Her iki radyo ihtiyatkârâne kendi yüreğinin sedasını muhatabına duyurma gayretindedir. Kimi zaman bu hâlet öyle cazibedar bir şekle girer ki kişi başkası ile değil de sanki kendi yüreği ile konuşuyormuş gibi bir yanılgı olur. Bu yanılgı, yanılgı olmaktan ziyade demadem muhatabın yaydığı bir efsunun ışıltısı hissi uyandırabilir.
İki yüreğin iç içe geçmesi, kenetlenmesidir ilk etapta. Ve cismani âlemden soyutlanarak mana âleminde tenezzüh ediyor gibi bir durum oluşur. Tüm bunların oluşabilmesi için biraz dilbazlık, cümlelerin aralarına birkaç nükte ve yalanla tezyin edilmiş füsunkâr cümleler yerleştirmek kâfidir. Muktedir olan radyonun yapması icap edenler işte bu kadar basittir.
Bu çabalar ve bu çabaların mukabilinde ki sahte mutluluğun temelinde dinlenilme hissiyatının tatmin edilme gayesi yatar.
Evet, dinlenilme iştihamızı hayatımızın her safhasına yaymaktır emelimiz. Dinlenilmenin tevellüdü chatle çok kolaydır. Egolar bu durumdan hoşnuttur. Hadise bitmiş midir? Hayır! Dinlenilmek akabinde anlaşılabilmeyi getirebilmelidir.
Aksi takdirde tüm çabalar nafile olacak dinlenilmek iptidasında kişide efsun içerisinde seyahat ediyormuş hissiyatı uyandırsa da zamanla bu durum dağdağa vermeye başlayacak. Çünkü dinlemek yetmez, anlamak da gerek! Zâhiren beklentinin de fevkinde birbirini anlayabilen muhataplar mevcuttur. Taraflar zaman zaman muhtelif iltifatlar ile ve tezyinli cümlelerle birbirlerine tebriklerini sunarlar
. Mamafih anlaşılabilme efsunu da zaman aşımına uğrar, tıpkı dinlenilme efsunu gibi. Gayri chatin mıknatıs etkisi fonksiyonelliğini kaybetmiştir. Ruhu bambaşka âlemlere sevk eden efsunun emaresi silinmeye başlamıştır. Sanki bir kum saati gibi coşkun duygular zerre zerre aşağıya sukut etmiştir. Duygular irtifa kaybetmiş yere çakılmıştır. Yürek geri çekilir. Akıl bir adım öne geçer. Önceleri işbirliği içerinde olan yürek ve akıl çelişki içerisine girer. Yeni bir tatminsizlik hâsılolur. Koca bir hayal kırıklığı zihinlerde. Dağları ufalayıp elesek de dolduramayacağımız bir boşluk hâkimdir zihinlerde.
Anlaşılabilme gayretleri akim kalmıştır. Peki, bizi bizden daha iyi kim anlayabilir? Bizim gibi kendini bile anlamaktan aciz ve anlamayı arayan başka biri mi? Hayır! Başka boyuttaki biri olmalı. Bizimle aynı kulvarda yürek koşturan, aynı iştiha ile yanıp tutuşan birinde çare aramak akılsızlık değil midir?
Bu hal aynı hastahanede, aynı dertten muzdarip iki hastanın ahvaline benzer. Bu iki hasta birbirinin derdine derman olabilir mi? Müracaat edilecek tek mercii tabiî ki doktordur. Kesretle bu yanılgılar bizi derinden yaralar. İnsan-ı kâmil yolundaki mücadele gücümüz sekteye uğrar. Akıntıya kapılan bir yaprağa benzer ruhumuzda zuhur eden bu görüntü.
Anlamsızlıklarımızın tiryakları da başka anlamsızlık girdaplarından giriş çıkış yapmış, kendi içinde bocalayan bizim gibi aciz bir başka yürek olmamalı. Bizi var eden bizimle sestaş olur mu? Ruhumuza beden libasını mükemmel bir şekilde giydiren Yüce Mevlâ bizlere nasıl seslenir? Biz onunla nasıl ünsiyet kurabiliriz? Bir insanın yüreğinde yer bulmak bile bir takım çaba, fedakârlık gerektirirken O`nun rahmet elini yüreğimizde hissedebilmek; gayretsiz emeksiz elde edilebilecek kadar basit bir hadise olmasa gerek!