Şu fani dünyanın iplerini eline geçiren sömürü güç odaklarının insanlığı bozmak adına çeşit çeşit virüsler yolladığı bir ahir zamanda yaşıyoruz. 
Öyle bir çağda ki kadına ayrı, erkeğe ayrı, çocuğa ayrı, gence ve yaşlıya ayrı ayrı virüsler yollanıyor.

Bu virüsler ahlaki olgulara meyilleri azaltıyor; kalbi katılaştırıp hakikate karşı köreltiyor. İnsanın ruhunu mutlu edecek, huzura erdirecek olgulardan uzaklaştırıp savunmasız bırakıyor. Bunalıma giren insan hastalığının farkına bile varamıyor. Çağın hastalıklarına karşı uyanık olabilmek için virüsleri iyi tespit edecek, içinde bulunduğumuz çağı iyi kavrayabilecek ilmi bir donanıma ihtiyacımız var.

İmamı Gazali diyor ki: “kişi hasta ziyaretine gittiği zaman ya ılık çorba götürür ya da süt. Çünkü hasta hazımsızlık yaşıyordur. Kebap götürülmez. Ama bunu işin erbabı yapmalıdır. Halka yaklaşırken de sırf ilim için ilimden bahsedilmemelidir. Bilgiye kalple yaklaşılmalıdır. Bilgiye kalple yaklaşmak hikmettir. İnsan bilgiye kalple yaklaşırsa rahat olur.
 
Muhatabına göre kendisini ayarlamayı öğrenir. .” İlime hikmetle yaklaştığımız takdirde hastalık ile hastalığın belirtilerini teşhis edebilecek bir basirete sahip oluruz. Hastalığın belirtileri ( kusma, ateş vb) her ne kadar hastalığa işaret etse de; hastalık ultrasonik muayene, tahlil vb. ince işlemlerden sonra kendisini belli eder. İlime hikmetle yaklaştığımızda yine o ilim bizim hastalığı teşhis ve tedavi de pusulamız olacaktır inşallah.

Emperyalist sistemlerin kadına yolladığı virüslerden bir tanesi; fıtratında bulunan beğenilmeyi, fark edilmeyi isteme gibi fıtri duygularıyla kadına yaklaşıp, kadının teni ve bedeni ile meşgul ediyor. Sistem, medya aracılığıyla, piyasada sergilediği belli standartlardaki kadınlarla bir ESTETİK KÜLTÜRÜ oluşturup kadınların ve genç kızların ten renklerinden ve fiziklerinden nefret etmesini sağlıyor.

Görüneni içerikten daha önemli sayan modern kültürün (!) tuzağına düşen kadın, varoluşunu ve hayatını başkalarının üzerinde oluşturduğu izlenime adıyor. “Göründüğün kadar varsın” koordinatıyla hareket eden kadın; ten rengiyle, ayakkabısıyla, çantasıyla, fiziğiyle nasıl dikkatleri üzerine çekeceğinin hesabını yapıyor. Devamlı cilalı bir imaj oluşturmaya çalışan kadın şahsiyetsizleşip kendisini insanların göz zevkine adıyor.

Ülkemizde kadınların % 40`ı kendisini (fizik, boy, vs) beğenmiyor. % 45`i ise ten rengi ve suratını beğenmiyor. Genç kızların % 75`i sürekli kendisini berbat hissedip boyunu, tipini, saçını, yüzünü sorun ediyor.
Almanya`da 4 buçuk milyon kadın fiziksel özelliklerinden nefret ettiği ve kendisini beğenmediği için psikiyatrise gidiyormuş.
Sistem kadını insani değerlerinden sıyırıp, annelik ve ev hanımlığını düşman gösteriyor; nasıl göründüğünün ve görünmesi gerektiğinin kaygılarını yaşatıyor.

Bunların arkasında cilalı imaj devrinin kahramanları olan kozmetik, diyet, moda ve maalesef İslami Moda Endüstrileri var.
Sırf kadına ürünlerini satmak için, önce kişiliğine zarar verip kendine güvenini elinden alıyorlar. Sonra eviyle, evladıyla, kocasıyla arasını açıp; ürettikleri ürünlere sevdalandırıyorlar.

Yine bu bir sene içerisinde Türkiye kozmetik ithalatında dünya rekoru kırmış. Yarım milyar dolarlık kozmetik ithalatı yapılmış. Bunun 95.7 milyon doları cilt kremi, emülsiyonlar ve yağlardan oluşurken 95 milyon doları da şampuanlardan oluşuyor.
Yine İslami Moda Endüstrileri tesettür adı altında ürettikleri pardösü, eşarp ve ev içi kıyafetlerini kadını daha cazip hale getirme, daha çok dikkatleri üzerine çekme ve fiziği ortaya çıkartma üzerine bina etmiştir.

Özellikle ülkemizde İslami moda endüstrisi tamamen 2000 yılının ortalarında Rusya`da açılan İslami moda endüstrisinin etkisinde kalarak şekillenmektedir. Konfor ve tek düzelik üzerine Rus motiflerinin işlendiği bu yalancı tesettür anlayışına karşı Müslüman kadın uyanık olmalı ve tesettürünü dikkatleri çekme üzerine bina etmemelidir.
Çağın virüslerine karşı korunabilmek için İslami çalışmalara hız kazandırmalı; emperyalist sistemler 3 çalışıyorsa biz de 5-8 çalışmalıyız.

Her başarının altında mutlaka programlı bir yaşam vardır. Planlı, programlı ve sistemli çalışan; hayat prensiplerini İslam`dan alan fertler olmalıyız.

Programlı olmayan bir başarı geçicidir, kısa sürelidir. 24 saatimizin tamamını meşgul edecek ve her vaktimize nakış gibi hayırlı işler işleyecek bir düzene hem evladımızı hem de kendimizi ayarlamalıyız.
Mustafa Sabri Efendi; “Sistemli, planlı, programlı çalışmayan Hak ( pozitif güç, olumlu güç), programlı çalışan batıl güçlere yenilmeye mahkûmdur” diyor.

Rabbimiz aramızdan ümmete rehberlik edecek, dünyanın sömürü düzenlerini alt üst edecek bir nesil çıkartsın. Rabbimiz kurtuluş sancıları çeken ümmete zaferi nasip eylesin. Âmin.