İnsanlara nasıl göründüğüne odaklanmak, çağın hastalıkları arasında yer alan ciddi bir psikoz olsa gerek.

Bu hastalığa yakalanan, kendisini izleyenlerin önce göz, sonra da nefis ve akıl penceresinden kendisini defalarca durup durup izliyor

Analize tabi tutuyor.

Ve onların yerine girerek, kendi kendisine puan veriyor.

Ne akıllıca (!) bir durum değil mi?

Kendi penceresi de bakış açısı da yok artık.

Sadece başkaları var.

Belki de ben kimim sorusunun cevabını kirpiklerin arasında arıyor.

İzleyenler nasıl gördü, akılları ve duygularıyla nasıl yorumladıysa tam da o olduğuna inanmaya başlıyor.

Yani hiç olmayan kendisine.

Kendinden fersah fersah uzak olana.

Sadece bir kurguya...

İzleyicilerinin yapıştırdığı, aslında yapıştırmasını istediği kimliğe.

Ya da kimliksizliğe mi desek.

Kendi olmak değil ya asıl mesele…

Aslında olmamak, hatta kendi gerçekliğinden mümkün olduğu kadar kaçmak.

Kişiliğinden, yaşam biçiminden, özünden, kendini kendi yapan her şeyden...

Hem kendi kalmak sıradanlaşmayı göze almak demek.

Her şey beğenilme ve fark edilme uğruna.

Birçoğu için de ticari kaygılar uğruna.

Hayatını, varlığını, kimliğini satışa çıkartmanın en kestirme yolu.

İyi bir insan olmayla, iyi bir dost olmayla, iyi bir arkadaş olmayla, iyi bir eş olmayla, iyi bir öğretmen olmayla, iyi bir anne olmayla elde edilmeyenler bu yolla elde ediliyor ne de olsa.

Bedensel şovlarla, tüketimle, markayla, dansla, eğlenceyle ve hatta bazen karşı cinsle öne çıkmak asıl mesele.

Nefsi kabartan, insanları kışkırtan tüm unsurları yerinde kullanmak temel şart.

Tüm mesele gösteri dünyasına dahil olmak.

Dijital dünyanın yıldızı olmanın yolu bu olsa gerek

Bu dünyanın yıldızı olmanın başka bir yolu da kalmamış görünüyor.

Ya izlenmeyi en üst seviyeye çıkartmanın rükünlerini yerine getireceksiniz ya da sıradan bir birey olarak kalacaksınız.  

Batsın böyle yıldızlık!

Batsın böyle riyakar ve sahte hayat!

İnsanoğlu hiçbir dönem bu kadar metalaştırmamıştı belki de kendi hayatını...

Dijital dünyanın sahte gökyüzünde ışıldamaktansa İslam'ın gökyüzünde parıldayanlardan olmak daha erdemlice,

Daha insanice,

Daha samimice,

Daha içten ve daha kendi olmak.

Kirpiklerin arasına sıkışmadan yaşamak,

Bakış açılarının mahkumu olmamak,

Belki de özgürlüğün en zirvesi.

Çünkü kendiniz kalarak, görünme kaygılarından uzak,

İnsanlar ne der duygularının gönle uğramasına izin vermeden,

Hatta bu duygular çat kapı geldiğinde elinin tersiyle olanca gücünle iterek,

En parlak yıldızı oluyorsunuz manevi alemin.

Tıpkı Ebu Bekir gibi, Ömer gibi.

Hz. Meryem ve Fatıma gibi.

Hak katında ışığı hiç tükenmeyen bir yıldız.

Yaptığınız bir iyiliği dahi sol elinizden sakındırmakla,

Riya karışır korkusuyla deşifre etmekten korkmakla,

Kalpteki ihlas terazisinin iki kefesini sürekli izleyip hangi tarafın ağır bastığı endişesini her an yüreğinizde hissetmekle,

İyiliği, güzelliği, hayırlı olanı sırf yayılsın diye paylaşırken bile kendini değil, tüm bunları öne çıkartmakla,

Bedeninize, davranışlarınıza haya ve edep libası giydirmekle,

Söylemlerinizin üzerine hicabın ağır perdesini örtmekle,

Aile mahremiyetini, yenileni, içileni, alınanı, gezileni ve dahi elde edilen tüm nimetleri bakışlardan gizlemekle,

İslam göğünün yıldızları arasına dahil oluyorsunuz.

Ne mübarek bir gök…

Ulaşanına ne mübarek bir kalp huzuru ve sekinet...