BM, tüm insanlığın ortak kazanımlarını temsil ettiği iddiasıyla belli kıstaslar oluştururken evrensel değerler söylemine sığınıyor. Üstelik oluşturduğu ekonomik, siyasi, kültürel alandaki kıstaslar bağlayıcı bir fonksiyona sahip.

Hazırladığı raporlar, projeler Uluslararası ölçekte sorgulanamaz, tartışılamaz bir tabu gibi kabul ediliyor. Bu yolla BM, kendisine üye Ülkeler üzerinde önemli bir tahakküme sahip. Kadın politikaları konusunda oluşturduğu standartlarda da evrensellik iddiasında.

Halbuki Batının emperyalist hedeflerine hizmet eden, seküler bir dünya toplumu oluşturma ideallerinde olan BM'nin kadın konusunda da kalkış noktası feminizm. Yaptığı konferanslarla bu ideolojinin hegemonyasını tüm toplumlar için tek referans kılma çabası içerisinde.

1970'lerden itibaren feminist hareketlerin siyasileşmesine paralel olarak başlayan BM Kadın konferansları, kadın konusunda feminist ideolojinin kavramlarının dünya genelinde kabul görmesinde önemli bir rol oynuyor. Bakıyorsunuz her Ülkede örgütlenen kadın hareketlerinin kullandığı kavramlar hep aynı. Bu hareketler, kendi Ülkelerindeki kadınların sesi olduklarını iddia etseler de hepsi Batının finanse ettiği feminist koronun jargonlarıyla haykırıyor. Dillerindeki nakarat hep aynı...

Tüm söylemler ataerkil (patriarka) kavramına dayandırılıyor. Konuşmak istedikleri her konunun açılışı bu kelimeyle yapılıyor. Girilmek istenen her yerin kapısına anahtar olarak bu kelime kullanılıyor. Aileye onunla saldırılıyor, şiddet onunla açıklanıyor. Kadınların çalışma koşullarındaki sıkıntılar yine bu kelimeyle dile getiriliyor.

Hatta CHP içinde yaşanan tecavüzler bile onunla izah edilerek haklılaştırılmaya çalışılıyor. Hem de bir kadın tarafından. CHP'li kadın vekil Sera Kadıgil'in kürsüde yaptığı şu utanç verici akla ziyan açıklamayı hatırlarsınız; 'CHP'de tecavüzler yok mu? Tabi olacak. Çünkü bu Ülkede toplumsal cinsiyet eşitliği yok'. Kurduğu cümlenin anahtar kelimesi yine ataerkillik.

Türkiyede'ki Kadın ve Aile Politikaları bu anahtar kelimenin karşıtlığı üzerinden şekilleniyor. Gerek imzalanan Uluslararası sözleşmeler, gerekse bu sözleşmelere bağlı olarak çıkartılan kanunlar...

Ve bu durum çözülemeyen, çözüm bekleyen yığınla sorunu beraberinde doğuruyor. Süresiz nafaka, genç evlilik mağduriyetleri, velayet davaları, kadının beyanını esas alan 6284 sayılı kanunun yaşattığı mağduriyetler, iftira mağdurları, artan boşanmalar, şiddet, cinayet ve tecavüz vakaları vd. birçok aile ve kadını ilgilendiren mesele bir türlü çözülemiyor... Çözülmemesinin nedeni kanunlar ve meselelere eğilme yöntemi. Kimin kavramlarını kullanırsanız, onun zihin kodlarıyla meselelere eğilirsiniz. Çünkü onların bakış açısına mahkum olursunuz. Batılı kanunlardan ve Batı referanslı bakış açılarından kurtulmadıkça sorunlarımız bitmeyecek. Üstelik gün geçtikçe artacak.

Israrla kendi kavramlarımıza dönelim. Kavramlarımızın merhametli kucağına sığınalım, şefkatinden beslenelim ve eğitimin tüm kademelerinde bu kavramları yaşatalım, zihinlere bu kavramlarla doğru bir bakış açısı kazandıralım diyoruz. Ama duyan kim?

Aile ve kadın meselesine BM'nin kıstaslarıyla baktığınızda, tüm Ülkelerin kültür ve inanç farklılıklarından oluşan çerçevelerin hepsini kadını aşağılayan bir anlayış olarak kabul etmeye mahkum oluyorsunuz. Geriye tek çare kalıyor: Feminizm. Çünkü onların kavramlarıyla girdiğiniz her mevzu döner dolaşır onların istediği kapıya çıkar.

Örneğin BM'nin 'Kadının statüsü' kavramına yüklediği anlama binaen oluşturduğu stratejileri uygulamaya çalışan Aile Bakanlığımız kadınları evlerinden kopartıp çalışma hayatına dahil etmek için çeşit çeşit yollar deniyor. Özellikle bebekli, çocuklu anneleri gözüne kestirmiş. Cazip tekliflerde bulunuyor. Çünkü BM'ye göre kadının statüsü yani konumu çalışma hayatına dahil olmak şartıyla yükselir. Yani iyi bir anne olmayla, iffetli bir hayat yaşamayla, vefalı bir eş olmakla, ahlaklı çocuklar yetiştirmekle değil... Biz bu bakış açısına mecbur olmamalıyız.

Maalesef Sosyal Bilimler de feminist kavramların tahakkümü altında, en etkili kültürel akım olarak kabul ediliyor. Sosyal Bilimlerin alanına giren tüm dersler feminist anlayışın rüzgarını estiriyor. İçinde rahmet rüzgarının esintilerine ufak da olsa yer yok.

Kadın ve aile meselesine feminist kavramlarla yaklaşan muhafazakar feministler de dini kaynakların hepsinin erkekler tarafından ataerkil anlayışla açıklandığını, dolayısıyla erkek egemen bir anlayışın hakim olduğunu iddia edecek kadar ileri gidiyorlar. Çünkü zihin hastalıklı...

Peki BM'ye rağmen aile ve kadın konusunda yeniden yapılanmak mümkün değil mi? Kendi değerlerimiz ölçeğinde çareler üretmenin yolu yok mu?

Tabi ki var. Ama öncelikle zihinsel bir reforma ihtiyaç var. Bozulan zihin terazisini yenilemek zorundayız. Doğru düşünme ölçeğini yeniden dizayn etmez isek kendi referanslarımızı idrak etme basiretini elde edemeyeceğiz. Ve Batıya mahkum olmaya devam edeceğiz.