Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının kadını güçlendirme iddiasıyla izlediği Politikalar son hızla devam ediyor. Birçok kadın güçlenme idealiyle çalışma hayatına dahil oluyor. Tabi çalışan kadın sayısı arttıkça Aile Bakanı bu sayıyı kamuoyuna büyük bir gururla ilan ediyor. Ne de olsa kadın çalışan oranlarının artması, Ülkenin kalkınmış seviyesini gösteren bir ölçüt olarak kabul ediliyor. Peki ya kime göre? Tabi ki BM'nin belirlediği kriterlere göre...

Tamam da Hükümetin başında olanların Batılı liderlerden farklı düşünmesi, inanması ve farklı bir perspektifinin olması gerekmiyor mu?

BM'ye göre bir Ülkenin kalkınmışlık seviyesinin göstergesi çalışan kadın oranının erkeklerle eşitlenmesi, hatta geçmesi, o Ülkede nüfus planlanmasının yapılması ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Politikalarının uygulanması...

Hükümet toplumsal cinsiyet eşitliği ile kastedileni geç de olsa fark etti ve geri adım attı. Yıllarca nüfus planlaması adına kadınları az çocuk doğurmaya ikna çalışmaları ev ev gezilerek yapıldı, şimdilerde bu çalışma medya ve doktorlar aracılığıyla devam ediyor. Yürütülen çalışmaların sonucunda toplum da ideal ailenin az çocuk sahibi olmaktan geçtiğini kanıksadı.

Kadının çalışması meselesine gelince, bunun aileye, özellikle neslin korunmasına ve devamlılığına verdiği zarar halen görmezden geliniyor. Hükümet, feminist bir lobi gibi çalışan BM'nin aile ve kadın için uygun gördüğü kalıbı, inanç ve değerleriyle kıramıyor, aynı kalıbın içine girmeye çalıştıkça ailede açılan yaralar genişliyor.

Çocuklu annelere çalışmaları şartıyla maddi desteğin yanında kreş ve gündüz bakım evleri hizmetlerinin sağlanması; beraberinde kadınlara birçok olanağın tanınması hep AK Parti hükümetinin döneminde yaşanan gelişmeler. Yeter ki işgücüne katılın, çocuklarınız çalışmanıza engel olmasın diye biz her türlü desteği vermeye hazırız deniliyor. Ev hanımlarına aynı destek verilmiyor. Görülen o ki, AK Parti Hükümeti açısından ideal kimlik 'çalışan, üretime katılan kadın kimliği'. Aile Bakanlığının izlediği Politikalar da, Hükümete yakın kadın derneklerinin çalışmaları da hep aynı minvalde...

Halbuki bir çocuğun doğar doğmaz oluşan ilk doğal çevresi ailesidir. İlk etkileşime geçtiği, kendisini yanında güvende hissettiği kişi annesidir. Bir annenin annelik rolü çocuk için fıtri ve birinci derecede önemli bir gereksinimdir. Bu gereksinimin karşılanmamasının onu tüm maddi ve manevi risklere karşı korumasız hale getirdiği inkar edilemez bir gerçekliktir. Çocuğun bebeklik döneminden itibaren maddi ihtiyaçlarıyla birlikte tüm psikolojik ve ruhsal gereksinimlerini doyurabilecek tek kişi annesidir. Annesiyle güvenli ve doyumlu bir etkileşim yaşayamayan çocuklarda ortaya çıkan güven krizinin onun tüm hayatını olumsuz yönde etkileyecek bir serüvene dönüştüğünü; özgüven ve özsaygı kazanımını olumsuz yönde etkilediği gerçeğini inkar edebilecek bir Pedagog yoktur. Gittikçe artan bağımlılıkların temelinde yatan en önemli faktörün daha küçük yaşlardan itibaren anneyle doyasıya bir etkileşim sağlayamamaktan kaynaklandığı da sık sık tekrar edilen bir gerçekliktir. Ama tüm bunların görmezden gelinmesi oldukça düşündürücüdür.

Anne çocuğun tüm hizmetlerini ve gereksinimlerini şefkat duygusu sayesinde en içten bir bağla, gönüllü bir şekilde yerine getirebilecek tek kişidir. Fakat ısrarla bu vazifelerinden uzaklaştırılmak isteniyor. Onun görevi para karşılığı bu işi yapan bakıcılara devrediliyor. Halbuki Allah Resulü (sav) anne-çocuk bağının ne kadar önemli olduğunu ve korunması gerektiğini şu hadisi ile gözler önüne seriyor:

"Allah anneyle evladının arasını açanın kıyamet günü sevdikleriyle arasını ayırır" (Tirmizi)

Bakıcıya bırakılan bir çocuğun yaşadığı yoksunluğu, her halde en iyi anlatanlardan biri Neitsche olsa gerek. O, yaşlılığında insanlardan beklediği ilgiyi akrabasına yazdığı bir mektupla açıklıyor: 'Bakıcıya bırakılan küçük bir çocuğun gün boyu annesinin yolunu gözlediği gibi ben de aranıp sorulmayı arzuluyorum'. İşte gençlik yıllarında yaşlıların öldürülmesi gerektiğini iddia edecek kadar gaddar bir filozofun yaşlanınca duyduğu merhamet gereksinimi... Aslında bu ses fıtratın sesi. Ama Kapitalist hedefler uğruna kulakların tıkandığı bir ses.

Neitshce insanın en aciz olduğu iki dönemine vurgu yapıyor: Çocukluk ve yaşlılık. İkisi de en yakınlar tarafından şefkate ve ilgiye en fazla ihtiyaç duyulan dönem. İzlenen Politikalar yüzünden bu iki dönem de insanın kurumlara terk edildiği dönemler haline geliyor. Terk edilen çocuklar, ileride anne-babalarını terk eden evlatlara dönüşüyor.

Kendisini muhafazakar olarak tanımlayan Hükümetin en kısa zamanda kadınları işgücüne dahil etme çalışmalarına son vermesi ve teşvikleri durdurması gerekiyor. Ayrıca ev hanımlarını maddi ve manevi anlamda desteklemesi gerekiyor.