Biz Müslümanlar, Yüce Rabbimiz tarafından emri bil maruf nehyi anil münker göreviyle vazifelendirildik. İnsanları kötülükten alıkoymak, kötülüğün kapılarını açan ya da bire bir destekleyen yetki sahiplerini uyarmak, hakka ve adalete davet etmek bizlerin görevi. Said Nursi Bediüzzaman'ın "Kötülüğe engel olmak iyiliği anlatmaktan evladır" sözünün muhatapları olarak toplumu ifsad eden çalışmaların karşısında ısrarla durmamız gerekiyor. Tabi "Şayet yüz çevirirlerse sana düşen ancak apaçık tebliğdir." (Nahl:82) ayeti gereği uyardıklarımız, ister dinlesin, ister dinlemesinler. Yeter ki biz vazifemizi yerine getirelim.

Defalarca birçok ahlaksızlığın, fahşa ve münkerin kaynağı olan, tek başına toplumun kökünü kazımaya yetecek kadar tehlikeli olan İstanbul Sözleşmesi konusunda Hükümeti ve Cumhurbaşkanını uyardık. Bu sözleşmenin aslında kadına şiddeti önleme amacına hizmet etmediğini, TCE ideolojisine hizmet ettiğini belirttik. Hükümet erkanından pek dinleyen, dikkate alan olmadı. Mesele sürekli kadın-erkek eşitliği ve şiddet üzerinden değerlendirilmek istendi. Sözleşmeyi eleştirenler şiddet yanlısı olmakla yaftalandı.

İstanbul Sözleşmesinin 12/1 Maddesinde şu ibare geçiyor;

"Taraflar, kadınların daha aşağı olduğu düşüncesine veya kadınların ve erkeklerin toplumsal klişeleşmiş rollerine dayalı ön yargıların, törelerin, geleneklerin ve diğer uygulamaların kökünün kazınması amacıyla kadınların ve erkeklerin sosyal ve kültürel davranış kalıplarının değiştirilmesine yardımcı olmak"

İstanbul Sözleşmesinin bu maddesine göre şiddetin kaynağı olarak kadın ve erkeklerin cinsiyet rolleri gösteriliyor. Aslında bu rollerin kaynağı olan fıtri cinsiyet inkar ediliyor; kadınlığın ve erkekliğin aile, toplum, din, gelenek ve kültürün dayatması olduğu kabul ediliyor. Bu tamamen LGBT ideolojisinin iddiasıdır. Bu iddianın bilimsel hiçbir tarafı yoktur. Ak Parti Hükümeti bizim kabullerimiz olmayan, inancımıza göre lanetlenmiş fiilleri içine alan böyle bir ideolojiyi, İstanbul Sözleşmesiyle  Müslüman bir topluma dayatmak ve hatta kadına şiddetin reçetesi olarak göstermek gibi bir vebal altına girmiştir. Üstelik fertlerin kendi cinsiyetlerini bu ideoloji temelinde yeniden kurgulamaya teşvik etme görevini üstlenmiştir. Kadına ve erkeğe çeşitli roller, görevler, sorumluluklar veren, din, gelenek, kültürle mücadele etme, kökünü kazıma ve LGBT+ ideolojisini eleştirenleri nefret suçundan yargılama, cezalandırma gibi bir vazifenin altına imza atmışlardır. Muhafazakar bir partinin, tarih boyunca insanlığın tüm kabullerini, fıtri, ahlaki temayüllerini, değerlerini baş aşağı edip, suç kabul etmesi, insanlık tarafından nefretle karşılanan fiillere pozitif ayırımcılık tanıyarak itibar kazandırması akıl tutulması olsa gerek.

İstanbul Sözleşmesi imzalandığından beridir anlaşmaya itiraz edenler, hükümeti uyaranlar ve hükümet erkanından olup da sözleşmeyi tabulaştıranlar arasında tartışmalar devam ederken, sapkınlar yasayla elde ettikleri pozitif ayrımcılık sebebiyle belki 50 yılda alamayacakları kadar yolu halkı Müslüman bu toplumda aldılar bile. Minnettar olmaları gereken AK Parti Hükümetine de Cumhurbaşkanına da artık meydan okuyorlar. Müslümanların en kutsal mabedinin resmini 'sanat' tezgahıyla ayaklar altına serebiliyorlar. Onlara karşı verilen bunca tavizin sonucunun böyle olacağını kestirmek zor değildi aslında. Biraz sosyal medya hesaplarını takip etmek yeterliydi. İçlerinde “terör” örgütleri ve onların siyasi uzantılarını barındıran bu yapıların dış bağlantılarına bakıldığında kimlere hizmet ettiklerinin anlaşılmaması imkansız.

Fatma Şahin Aile Bakanı olduğu dönemde kadına şiddetin önlenmesine ilişkin toplantılara iki yüzden fazla feminist derneklerin yanında LGBT+ dernek temsilcisini de davet etmişti. Yasa üzerinde birlikte çalışma teklifinde bulunmuştu. Toplantı esnasında LGBT+ dernek yetkilisiyle yaptıkları konuşmalar halen internet ortamında duruyor. Fatma Şahin'in sapkınlara verdiği sözler de. AK Parti şimdi ayıklasın pirincin taşını. Tabi zararın neresinden dönülürse o kardır. Keşke bu yanlış yola girdiklerinden beridir kendilerini uyaranları bir dinleselerdi.

Artık AK Parti Hükümetinin Boğaziçi'nde yaşananlara bakıp onu bunu suçlamak yerine yaklaşık 20 yıllık iktidarlık sürecinde yaptığı yanlışları, AB'ye girme ve karşı cenaha şirin görünme uğruna verdiği tavizleri, iktidar süreçleri içerisinde yetiştirdikleri gençliği bir gözden geçirip özeleştiri yapması gerekiyor. Hem de en acilinden.