Muhafazakar kadın derneklerinin fikirlerinden rahatsız olan kesimler, onları feminist olmakla itham ettiğinde bu tür açıklamalar yapıyorlar: “Biz kendi inancımız ve medeniyet birikimlerimizle AB Ülkelerinin kazanımlarını birleştirerek aileye yön veriyoruz”.

İnanç ve medeniyet birikimlerinden faydalanma iddialarını Kuran ve hadis mealine bakarak yorum getirmeleri, alimlerin tefsirlerini, sahabelerin hayatlarını hiçe sayılmalarıyla yalanlamış oluyorlar. Tefsir alimlerinin kadını ikincileştiren bir yoruma sahip olduğu ön kabulüyle yola çıkıp feminen bir anlayışla yeniden yorum getiren muhafazakar kadınların bu anlamda İslama vermiş oldukları zarar İslam düşmanlarınkinden çok daha fazladır.

Gelelim AB Ülkelerinin kadın ve aile konusundaki kazanımlarına!

Sahi AB Ülkeleri kadın ve aile konusunda ne kazanmışlar ki? Bu iddianın sahiplerinin iddialarını destekleyecek bir veri sunabilmeleri mümkün mü? Hayır, çünkü yok. Ama iddiayı yalanlayan veriler google’da çok. Verilere bakıldığında Avrupa’nın bu konuda sınıfta kaldığı açıkça ortada. Onlar, önceleri köle pazarında sattıkları kadını sanayi devriminden sonra özgürlük vaatleriyle kandırmış, Kapitalist sistemin malını pazarlamak için kadınlığını sömürmüş, evinden soğutmuş, tüm annelik sermayesini Küresel Sermayenin doyumsuz hırsları için harcamış ve yalnızlaştırmış toplumlar. Annesiz kalan evlerin yerini çocuk yuvalarında, kreşlerde, bebek bakım evlerinde istihdam edilen yalancı anneler almış. Yuva sıcaklığını bulamadan yetişen gençler, aidiyet duygusunu tadamamanın oluşturduğu boşluğu bağımlılıkların, ahlaksızlıkların, cinsel sapmaların girdabında arar olmuş. İntiharlar ve suç oranları arttıkça artmış. Bize kendilerini tek kriter olarak gösteren Avrupa, evleri anasız, çocukları ailesiz, yaşlıları evlatsız bırakmış. Menfaati ve hazzı her şeyin üstünde tutan bir hiyerarşide ahlakı akıldışı kabul ederek bir armağan gibi sunduğu özgürlük paketine koca bir yalnızlık bırakmış. Zulüm ve sömürüyle kurduğu refah, cinayetleri, şiddeti, cinsel suçları, zinayı, boşanmaları ve daha birçok ahlaksızlığı birbiri ardınca doğurmuş. Şimdi böyle bir Avrupa’dan bizim alacak neyimiz var Allah aşkına?

Üstelik böyle bir Avrupa’nın aile ve kadın için hazırladığı İstanbul Sözleşmesinden nasıl bir hayır beklenebilir ki?

Bu sözleşmeyle şiddetin tanımı da değişti: Psikolojik, ekonomik, fiziksel ve cinsel şiddet diye çeşitlendirildi. Kişiye göre keyfi bir şekilde yorumlanabilecek muğlak bir kavrama dönüştü. Bu bile başlı başına şiddetin artmasına neden oldu. Erkeğin neredeyse her eylemi ve söylemi şiddet kategorisinde. Duruma bakılırsa herkes şiddet mağduru. Fakat yasa kadın cinsiyetine özel hazırlanmış, onu öne çıkartmış, onun beyanını kutsal saymış ve onu kışkırtıyor. Yani şeytani bir tuzak. Örneğin küçümseme, alay etme, eleştirme kişiye göre içinin doldurulabileceği kavramlar. Eğer kadın pişirdiği yemeği beğenmeyen kocasından bu sinyallerden birini alıyorsa kendisini şiddet mağduru olarak kabul edip, kocası için tedbir kararı aldırabilir. Üstelik kadınları sözde bilgilendirme adına çeşitli broşürler hazırlayan Aile Bakanlığımız, aileyi koruma görevini üstlenmesi gerekirken, o broşürlere belki şeytanın aklına gelmeyecek vesveseleri bir bir dizmiş. Broşürleri okuyan kadınların kocalarına karşı tutumları değişmeyeceğini kim iddia edebilir? İktidarın içinden kadınlara yönelik böyle kışkırtma broşürlere itiraz edecek bir akıl sahibi yetkili yok mu? Üstelik şiddet diye sayılan söylem ve davranışların büyük bir kısmı bir arada yaşayan insanların yapageldiği şeyler. Erkeğin kendi karısının nereye gittiği, kimlerle arkadaşlık yaptığı, hangi saatte eve geldiğine karışması, sorması, sözlü tepki göstermesi psikolojik şiddetmiş. Peki ya o zaman aile kavramını hangi anlayışın üzerine oturtacağız? Aile nedir, ne değildir? Aile bireylerinin birbirleriyle olan bağları nasıl olmalıdır? Her kurumda kayıtsız şartsız zorunlu görülen yöneticilik neden ailede yok ediliyor? Bu soruların cevapları nasıl verilecek? Yoksa Aile Bakanlığımız yuvayı otel olarak mı görüyor? Oysa otelin bile bir müdürü var.

Şiddeti katiyen tasdik etmiyoruz. Fakat şu şiddet denen kavram doğru bir şekilde yeniden tanımlansın. Şiddete götüren madde kullanımı, bağımlılık, zina ve birçok ahlaki mesele tersyüz edilmesin. Sonuca odaklanıp sebepler perdelenmesin. Yalnızca Kadının beyanı esas alınarak savunma hakkı verilmeyen erkek bir paçavra gibi çocuklarının önünde sokağa atılmasın.

Şu medeniyetsiz Batı’nın bize dayattığı şeytani yasalar iptal edilsin. Kadının da erkeğin de onurunu, haysiyetini koruyan,  adaleti gözeten, referansı Kuran ve sünnet olan yasalar hazırlansın. Artık insanoğlu için girilecek başka bir yol kalmadı. İslam’a alternatif olarak açılan tüm yollar çıkmaza vardı. Seküler değerlerin mayası tutmadı. Hele İstanbul sözleşmesi ne onur ne haysiyet bıraktı. Sadece yaktı, yıktı, tarumar etti ve etmeye devam ediyor.