İnsanın hayatında hayanın yeri tıpkı kökün, ağaç açısından önemi gibidir. Ağaç kökleriyle hayata tutunur, güç ve kuvvet alır. Yapraklar, meyveler köklerinin topraktan emdiği bu güç ve kuvvetle beslenir. Ağacı kökünden söktüğümüz gibi birkaç güne kalmaz hayatı tükenir, meyve ve yaprakları önce solar, sonra çürüyüp gider.

Haya da insandaki insani özellikleri besleyen, onlara yön veren, kuvvetlendiren bir güçtür. İnsan bu gücünü kaybettiği oranda hayvani yönü ağır basar ve onu aşağıya doğru çeker. Çünkü insan düalist, yani çift yönlü bir varlıktır. Hem çamurlaşmaya meyli vardır, hem de ulvileşmeye. Balçıktan olan yanı onu aşağıya çekerken; Allah`ın kendisinden üflediği ruhu ise yükselmeye meylettirir. İşte haya duygusu bu meyillere karşı insanın iç güdülerini kontrol altında tutan bir dengedir. İnsanın insan kalabilmesinde, insaniyetini kaybetmemesinde aktif bir rol oynar. İnsanın insaniyet makamında kalabilmesi ancak kendi tabiatına doğuştan verilen ahlaki özelliklerini muhafaza etmesine bağlıdır. Kainatta insan dışında hiçbir varlık kendi tabiatına verilen özeliklerinden uzaklaşmaz. İrade sebebiyle kendisinden uzaklaşmayı becerebilen tek varlık insandır. Halbuki Yüce Rabbimiz Şems suresinde “Biz insana iyiliği ve kötülüğü ilham ettik” buyuruyor. Neyin ahlaki, neyin gayrı ahlaki olduğunun bilgisi insanın fıtratına verilmiştir. Kötü hasletlere karşı nefret, iyi hasletlere karşı da sevgi ve meyil duygusu verilmiştir. Bu duyguları uyanık kılan kuvvet ise hayadır. Haya insanın iç dünyasında bir gözcü vazifesi görür. Kişi kötülüğe meylettiği anda hatırlatmalarda bulunur, uyarır. Aklından bir anda geçen kötü bir fiili, henüz daha işlemeden önce onu sonuçlarından haberdar eder. Ama haya duygusu zayıflamışsa, yada tamamen ortadan kalkmışsa kişi kendisini uyaracak, yol gösterecek bir uyarıcıdan mahrum kalmış demektir. Artık kendi kendisini frenleyecek mekanizması çökmüştür. Onun içindir ki Allah Resulü (as) “Hayan yoksa bildiğini yap” buyurmuştur.

İşte İslami eğitimin amacı da insanın fıtratında bulunan bu haya mekanizmasını bilinçle, şuurla, ibadetlerle güçlendirmektir. Tıpkı toprağın, ağacın köklerini tutması gibi sımsıkı tutmak ve korumaktır. Haya mekanizmasını yıkmaya çalışan tüm girişimlere karşı ancak bu şekilde tedbir alınmış olunacaktır. Haya korunduğu oranda merhamet, şefkat, fedakarlık, affetmek, adil olmak, kin duymamak gibi aileyi ve toplumu bir arada tutacak olan hasletler korunmuş olacaktır. Bu ahlaki hasletler ancak insanları birbirlerine bağlar. Hayvani bir hayattan, bencillikten, menfaatperestlikten uzaklaştırır. Aksi takdirde ortada ne aile, ne de toplum kalır. Dolayısıyla toplumların geleceği haya duygusunun korunmasına bağlıdır.

Batı, Fransız inkılabından sonra haya ile savaştı. Ahlaki duyguların hepsini de ilerlemeye engel gördü. İnsanın da tıpkı hayvanlar gibi bireysel hazlara yönelmesi gerektiğini iddia etti. Sınırsız bir özgürlük anlayışını her türlü ahlaksızlığı meşru görme temeli üzerine bina etti. İnsanın tabiatına savaş açtı. Böylece aileyi ve toplumları bir arada tutabilecek bağlar tek tek kopartıldı. O gün bugündür insani anlamda gün geçtikçe bir batağa doğru sürükleniyor. Tecavüzlerle, cinayetlerle, aile içi şiddetle, alkol ve uyuşturucu bağımlılıklarıyla baş edilemiyor. Hele bebeklerini terk eden, çöpe atan annelerin sayısı gün geçtikçe artıyor.

Tabiatındaki şefkati çaldığı anneler çocuklarını sokağa atıyor. Batı, gelecek nesillerini çöplerden, çocuk bırakma kabinlerinden topluyor. Geçen ayalarda Almanya`da iki haftada 500 bebek çocuk bırakma kabinlerine terk edilmiş. Batı kadını rahat sömürebilmek için önce ondaki hayayı çaldı, sonra da annelik şefkatini kaçırdı. Onun yerine kadına sahte sevgiler, sahte ihtiraslar aşıladı. Böylece bir insan neslinin köküne kibrit suyu döktü. Nesilleri şefkatsizliğe, sevgisizliğe mahkum etti. Bugün birçok Avrupa Ülkesinde yetimhanelerdeki çocuklar kim olduklarını, kime ait olduklarını bilmenden büyüyor. Aidiyet duyguları yok. Birçoğu ise gayri meşru. Yetimhanelerin en şanslı çocukları ise anne babası boşanmış ve onlarla irtibatlı olan çocuklar. Çünkü kim olduğunu tanıyorlar, bir bağları var. Bir bağı olmadan, bir şefkat eli uzanmadan büyüyen Batı nesli acıma duygularından yoksun ve bunalımda. Ruhları şefkat gibi bir rahmet elinden yoksun kaldığı için insani özelliklere tutunamıyorlar. Eğer insanlığa bir iyilik yapmak istiyorsak özellikle kadınların tabiatına yoğun bir şekilde verilmiş olan haya duygularını uyandırmalıyız. Gelecek nesillerimize daha küçük yaşlardan itibaren iman, bilinç ve şuur vererek haya duygularını kaybetmelerinin önüne geçmeliyiz. Ancak bu şekilde ahlaksızlığa teşfik eden, insanı kendi tabiatından uzaklaştıran, her türlü etkiden ailemizi ve toplumu kurtarmış olacağız.